Şermin Çarkacı anneliğin kitabını yazdı

Kilolar
“İlk hamileliğimde 40 kilo aldım, 96 kiloydum doğum yaptığımda. Ardından Name’ye hamile kalınca da 15 kilo aldım. Kadına benzemeyi geç, insana bile benzemiyorsun o hallerde olunca. Herkes yine olumsuz yaklaşıp ‘veremezsin bu kiloyu’ dedi. Oysa eskiler derler ya, ‘dokuz ayda alınan kilolar dokuz ayda verilirmiş’ diye… O gerçekten doğruymuş. 56 kiloyla başladım, şu anda da 56 kiloyum. Ekstra bir şey de yapmadım. Dikkat etmek gerekiyor tabii; emzireyim sütüm olsun diye bol bol tatlıya yüklenmemeli mesela.”

Sınırlar

“Kendimi çok anne gibi görmüyorum. Çocuklar da öyle görmüyorlar aslında. Onlar beni kendilerinden biri gibi görüyorlar ve çok eğleniyoruz evde. Mesela dökme, saçma, aman orayı elleme, batırma, o yasak şu cıs yok bizde. Çocuklar yaşıyor, deneyimliyor her istediğini yapıyorlar evin içerisinde, dolayısıyla evde çok mutlu oldukları için hafta sonu olunca ‘hadi dışarı çıkalım’ desem bile ‘anne ne olur çıkmayalım, evde çok mutluyum’ diyebiliyorlar. Her istediklerini elbette yapmıyorum, her al dediklerini de yapmıyorum ama.”

Kreş

“Bakıcı mevzusu ayrı bir şey. Hele ki ikizlere bakıcı bulmak çok zor. Biz bakıcı açısından çok tercih edilmeyen bir aileyiz. Bundan 15 yıl öncesinde bakıcılar iş bulmakta çok zorlanıyordu, o yüzden her işi yapıyordu. Ama artık insanlar bu iş için bütçe ayırıyorlar. Günümüzde kadınlar evini bir başkasına temizletmeyi tercih ediyor, kendi evdeyken bile çocuğuna bir başkasına baktırmayı tercih ediyor… Eskiden herkes kendi yaşlısına kendisi bakıyordu ama artık öyle değil yaşlılara da bakıcılar bakıyor. Bakıcılar bu yüzden çok rahat iş buluyorlar ve bir yaşlıyla oturup sohbet etmek varken ya da birinin evini temizlemek varken oturup benim üç çocuğumla uğraşmak istemiyorlar. Bize annemle babam çok destek oldu. Onlar olmasaydı bakıcıyla tek başıma hayatta götüremezdim. Kreşe çok erken başlamalarının nedeni de bu. Tuna ve Mete 22 aylıkken Name ise 14 aylıkken yuvaya başladı. Bu konuyu da vicdan yapmaya gerek yok. Bizim yuvaya çocukları her bıraktığımda bir annenin arabasında ağladığını görüyordum. Bende öyle bir şey olmadı. Benim koşullarım bu, yapacak bir şeyim yok ve kuruma da güveniyorum. Evhamlı anne olmamak gerekiyor. Bakıcıyla kreş kıyaslanamaz bile.”Yazı: Filiz Şeref

‘Başlarım Şimdi Anneliğe’ kitabının yazarı Şermin Çarkacı’nın dört yaşında Tuna ve Mete adlarında iki oğlu ve 2.5 yaşında Name adında bir kızı var.

“Sizin de bunda katkınız çok yüksek” diyor Şermin Çarkacı, kitabının çıkış noktasını anlatırken… Filmi başa sardığındaysa ilk doğumunun ardından hissettiklerini dile getiriyor önce: “Evde iki çocuk var, onlara ilgi göstermeye çalışıyorum, hayat da dışarıda bir yandan devam ediyor… Burada mesele şu, çocuk doğuyor ve herkes çocuğa odaklanıyor, herkes çocuğun ihtiyaçlarını düşünüyor. Bu arada anneye kimsenin bir şey sorduğu yok; bir dikişlerini soruyorlar ‘nasılsın?’ diye ondan sonra direkt sorular geliyor; ‘sütün geliyor mu?’, ‘çocuk emiyor mu?’ diye. Ama senin duygularının ve ne hissettiğinin bir önemi yok!” İşte tam bu duygular içindeyken, bir arkadaşının vakit geçirmesi için kendisine getirdiği bebek dergilerini karıştırınca, annelerin hep şu tip cümleler kurduklarını görüyor: “Bebeğim doğunca çok değişik duygular yaşadım, bebeğime aşık oldum, bugüne kadar sanki hiç yaşamamışım, bebeğimle küllerimden yeniden doğdum, eşim çok yardımcı o olmasaydı asla yapamazdım…” Bir de kendisine bakıyor ne düşünüyor diye ve kendi kendine “Ben öyle bir aşk hissetmiyorum. Evet çok seviyorum çocuklarımı ama öyle çok ulvi duygular içerisinde değilim ve çocuklardan önce hiç yaşamamışım gibi bir durum yok” diyor. Eşine bakıyor, adam uyuyor! Dışarı çıkmak istiyor, çıkamıyor, bir şey yapmak istiyor, yapamıyor ve ister istemez ilişkileri de gerginleşiyor… Ve bir de tabii herkes çok konuşuyor; bir taraftan anneler konuşuyor bir taraftan çocuklar konuşuyor, televizyon öyle, doktorlar öyle, hemşireler öyle… İşte tüm bu duygular içindeyken Şermin Çarkacı, yaşadığı her şeyi not ediyor. Ediyor ki, bu yaşadıkları yarın öbür gün arkadaşları doğum yaptığında onlara yardımcı olsun… Sonrasında da diyor ki; neden bunları bir kitaba dönüştürmeyeyim? Dolayısıyla kitabın temel hedefi, annelerin elinden tutmak, ‘bunları ben de deneyimledim, tek başına değilsin, bunu bütün anneler yaşıyor’ demek. Çakracı; “Bir de anneler benimki emiyordu, benimki uyuyordu, benimki ağlamıyordu dedikçe insan ‘o zaman benimki neden böyle?’ diyor. Dolayısıyla bunu yaşayan tek sen değilsin, bunları biz de yaşadık, bir sürü anne yaşıyor’ demek istedim” diyor.

Şermin Çarkacı’nın en çok takıldığı konulara gelince… 

Hijyen

“Kitapta bir bölüm var ‘Hijyen manyağı annenin hayatta kalma rehberi’ diye. Hijyen konusunun da abartıldığını düşünüyorum çünkü. Örneğin, bir arkadaşımla karşılaştık geçen gün, çocuğu öpeyim diye bir yeltendim. ‘Aa Şermincim, biz öpmüyoruz çocuğumuzu’ dedi. Öpmüyorsan niye doğurdun? Öpmek için sevmek için var bana göre çocuklarımız. Facebook’ta ‘oyuncu anne’ diye bir sayfam var. Oraya da ‘O oyun hamurları zararlı değil mi? Nasıl onlarla oynatıyorsunuz?’ gibi yorumlar geliyor. Hepimiz sokaklarda büyüdük ve ona göre bir bağışıklık sistemimiz vardı, daha az hasta oluyorduk baktığımızda. Fakat şimdi o da değişmiş durumda. Çocuklara şimdi el bebek, gül bebek pamuklara sararak bakıyoruz, büyütüyoruz. Sonra kreşe bir gidiyor çocuklar, hemen hasta oluyorlar. Bu da annelerde ‘çok hasta oluyor çocuklar, kreşe göndermeyeceğim’ olgusu oluşturuyor. Ama aslında çocuğu koruma altına aldığımız için çocuklar bu kadar sık hasta oluyor.”

Denge

“Çocuğumuzu hayatımıza ortak etmiyoruz, çocuğu refahımıza ortak ediyoruz. Hasta olduğumuzda ‘aman hasta olduğumuzu duymasın’ diyoruz. Niye ya? Ben hastalandığımda çocuğuma söylüyorum, ‘kusura bakma ben bugün hastayım, biraz anlayış göstermen gerekiyor’ diyorum. Parayla ilgili mesela anne şunu söylüyor; ‘Kendime almadım ama çocuğuma aldım’ Niye ki? İki tarafa da alınacak ama durumuna göre alınacak… Her şeyde dengeyi kurabilmek önemli. Canın sıkkınsa söyle çocuğuna, hasta olduğunu söyle, durumun bozuksa söyle… ‘Kötü şeyleri anlatmayalım, olumsuz hiçbir şeyden etkilenmesinler’ dememeli. Ondan sonra hayata çıktıklarında dımdızlak ortada kalacaklar; neticede hayat bu! Bakıyorsunuz, arabada bile, ‘bu araba da prens var, prenses var!’ yazıyor. Bütün çocuklar prens ve prenses… Evde her dedikleri yapılıyor, her istedikleri alınıyor… Küçücük çocuklarda marka çılgınlığı. Sen çocuğunu böyle yetiştiriyorsun, sonra kreşe bir gidiyor, sınıfta bir sürü prens bir sürü prenses. Hadi çık işin içinden.”

Senin suçun değil!

Anne sütü konusu Şermin Çakracı’nın kitapta en çok yer ayırdığı bölüm çünkü kısa bir süre emzirebildiği ve sütü olmadığı için çok üzülmüş. Ayrıca yine tüm annelerin söylediklerini kendisi tam olarak hissetmemiş. “Hani herkes emzirmeyle ilgili olarak, ‘çocuğumla birlikte yaşadığım en keyifli an, anneyle bebeğin ten teması çok önemli, sarıldığında çok müthiş duygular hissediyorsun’ diyor ya, ama oysa öyle değil durum. Göğsün sancıyor, bebek ısırıyor, sütün geliyor, yetiyor, yetmiyor gibi bir sürü problem yaşıyorsun…” Annelere söylenen ‘sütün nasıl gelmiyor, mutlaka gelir’ gibi söylemlerin ise oldukça can sıkıcı olduğunu dile getiriyor. “Dereotu ye dediler mesela dereotunu elime alıp çikolata yiyormuş gibi demet demet yedim. Her şeyi denedim ama olmayınca olmuyor. Bir doktora gittik ve doktor dedi ki, ‘Bu kadar kendini yıpratma, alternatifin var, mamalar var.’ Şimdi diyorum ki, ‘Vardı da kendim mi içtim!’ Yoktu işte. O kadar çok duyuyorsun ki ben iki yıl, üç yıl emzirdim diyenleri. Ruhunda bir yara olarak kalıyor oysa bu söylemler. Ben gerçekten çok üzülüyordum ve kitapta da diyorum ki annelere, ‘Arkadaşım bu senin suçun değil. Dışarıdan seni suçlu hissettirmeye çalışanlara aldırma. Gelmiyorsa üzülme, senin suçun değil. Çabala, olmuyorsa alternatifleri dene, yapabileceğin bir şey yok.” İşte tüm bu konulara, Çakracı kitabında eğlenceli bir dille yaklaşıyor. Çünkü bir noktadan sonra, çocuklu hayata eğlenceli bir şekilde yaklaşmayı başarabilmiş ve rahatlamış. Üç çocukla hayatın elbette kolay olmadığını ama sabırlı olmanın o kadar da zor olmadığını dile getiriyor. “Herkes üç çocukla nasıl başa çıkıyorsun?’, ‘Niye sinirlenmiyorsun, nasıl bu kadar sabırlısın?’ diyor. Hayır yani başka bir seçeneğin yok ki! Sinirlendiğinde çocuklar daha çabuk büyümüyorlar. Bağırdığında süreç hızlanmıyor. Sonuçta bunlarla birlikte yaşamaya alışıyorsun, adapte olmaya çalışıyorsun, sen de kendine çekidüzen veriyorsun ve sabırlı davranmaya gayret ediyorsun. Bağırdığında, çağırdığında, sinirlendiğinde, depresyona girdiğinde işler çözülmüyor. Çocuk bir de olsa iki de olsa üç de olsa hayat birdenbire değişiyor ve birinin güçlü kalması, duruma el koyması gerekiyor. Anne depresyona girerse bebek yukarıda kalmıyor. O da aynı süreci yaşıyor.”

Ben hamileyim!

Kitabın adı da dikkat çekici elbette. ‘Başlarım Şimdi Anneliğe’. “Şimdiki hamilelere baktığımızda sanki dünya üzerindeki en son hamile o, bundan sonra insanlık nesli oradan türeyecek ve son çocuk onun karnındaki çocuk gibi bir durum var. Oturuşu öyle, yediği öyle, içtiği öyle… Bebeğe hoş geldin partileri, fotoğraflar, hazırlanmalar… Balık yağları, hamilelik yogaları… Tamam hepsi faydalı ama ‘ben hamileyim’ bir sıfat olmamalı. Adının, işinin, her şeyinin önüne geçmemeli. Tarlada da, hapishanede de doğum yapan kadınlar var bu ülkede. Diğer taraftan çocuk büyütmek de aynı şekilde. En iyi benim çocuğum, en zeki benim çocuğum, her şeyin en iyisi benim çocuğum için… Böyle bakmak insanı gerçekten sıkıntıya sokar, kendini tabii yetersiz hissedersin. Nasıl yetişeceksin ki? Ayrıca, ne biliyorsun çocuk yetiştirme konusunda, bunun üzerine ne kadar çalıştın, ne kadar okudun, ne düşündün? Bunların hepsini yapmaya çalışırsan elbette üç çocuğu da kaldıramazsın. Hayatını normal bir hale getirirsen eğer, her şeyin altından kalkabilirsin diye düşünüyorum. Anneleri rahatlatma kitabı bu aslında…”



İdeal anne yok!


Şermin Çarkacı’nın temelde varmak istediği nokta ise şu; aslında ideal anne diye bir şey yok! Tıpkı ideal çocuk olmadığı gibi. Bu yüzden en iyi anne olmaya çalışmamak gerekiyor. Birazcık işi tadında, sınırında bırakın. Eğlenerek, çok keyif alarak, çocuğu da bunaltmadan, ben yetersiz miyim diye düşünmeden hayatı keyifli kılmak gerekiyor. Ben de bir ara yardımcımız olmasına rağmen sabahın altısında kendimi mutfakta buluyordum, yoğurt mayalıyor, çorba karıştırıyor, ikindi yemeğinin tatlısını hazırlıyordum. İşe gitmeden hepsini hazır ediyordum. Bir gün ampul yandı. Çocuğun bunu kimin yaptığından haberi yok, sen kendi kendini boşuna yıpratıyorsun, bırak bunları bakıcısı yapsın, sen burada ayıracağın vakti çocuğunla değerlendir, mesela yemek yapacağına çocuğunun yanına git, o senin teninin sıcaklığını hissetsin…

Başa dön tuşu