Şair Atakan Yavuz’un Çocuk Hakları Günü Türkiye Bildirisi’ndeki şu satırlarına yer verildi:
“Sizde büyüdükçe küçülen bir şey var ağabeyler, ablalar. Hızlandıkça azalıyorsunuz, zenginleştikçe yoksullaşıyorsunuz. İşin tuhafı, bunu fark etseniz de sebebini soramayacak kadar meşgul görünüyorsunuz. Binalar yapıyorsunuz, göğün kalbi kırılıyor. O binalarda, ışığın gönlünü almadan geçiyor günleriniz. Sadece devasa yapılara, büyük rakamlara, kariyer dediğiniz mutsuzluğa adanmış ömürlere hayret ediyorsunuz. Bin bir gayretle etrafınıza yığdığınız eşya, sizi koruyamayacak kadar kırılgan. Bütün çıkış yollarını, bu eşyalarla
dolduruyorsunuz. Rüzgar sizi özlemiyor artık, çünkü onu dinleyebilecek o ortak dili çoktan unuttunuz. Çok dalgınsınız ve çok düşünüyorsunuz. Düşünceleriniz artık gözlerinizi perdeleyecek kadar sarkmış saçınızdan alnınıza. Bu dalgınlık perçemi, büyük ve güzel olan ne varsa perdeliyor. Her yere güvenlik şeritleri, güvenlik görevlileri koyuyorsunuz ama güven duygunuz giderek azalıyor. İlginçtir, kurumlara, uzmanlara hala ziyadesiyle güveniyorsunuz.”
Bildiride çocukların kurumlara, ruhun uzmanlara teslim edilirken en ufak bir şüphe bile duyulmadığı belirtilerek, “Kurumlarınızda adına kitap dediğiniz küçük küçük kutular var, onlarla giderek hayattan kopuyorsunuz, yaşama sevinciniz de elden gidiyor bu arada. Sürekli sevgiden bahsediyorsunuz ama sevmenin ön şartlarını yerine getirme konusunda hep yan çiziyorsunuz: Göz göze gelmek, dokunmak, vakit ayırmak. Ev dediğiniz o kutulardan ne kendi şarkılarınız, ne de kendi sevgi sözleriniz duyuluyor; başkasının şarkıları, başkasına ait sevgi sözleri kuru, kupkuru klavye tıkırtıları arasında kaybolup gidiyor. Varlıklı olmakla var olmak arasındaki farkı çoktan unuttunuz. Çabaladıkça daha yorgun, daha solgun, daha da iki büklüm oluyorsunuz. Arabalarınız uçan halılardan bile daha hızlı. Kelimeleriniz Saba melikesinin tahtından daha çabuk yer değiştiriyor. Yine de vakit darlığından şikayet ediyorsunuz. Bunda bir tuhaflık yok mu? Göğe, şimşeğe, atoma hükmediyorsunuz ama kendinize, ruhunuzdaki o küçük, karanlık lekeye hala hükmedebilmiş değilsiniz. Suya ve dağlara hükmediyorsunuz ama dünya hala adaletsiz bir yer. Yoksulluğa, savaşlara, kıyımlara hükmedemiyorsunuz. Arzu ettiğiniz şeyler yeterince şeffaf değil, sahip olduklarınız ise itimat vermiyor size. Tabiatı evlerden, bahçelerden, şehirlerden sürgün ettiniz. Şimdi de geri çağırıyorsunuz. Tabiatı yenerken fikrini sormamıştınız, geri çağırırken de sormuyorsunuz. Birlikte yaşama fikri ise aklınızın ucundan bile geçmedi. Her gün aynı şeyleri, aynı ciddiyetle yapıyorsunuz. Adına meslek dediğiniz bu uğraş mı farklı olana tahammül bırakmıyor sizde” ifadeleri kullanıldı.
“Bütün bunlardan sonra çocukların eğitimi, yetişmesi konusunda planlar yapıyorsunuz: Gelecek planları. Oysa çocuk tek bir zaman kipi kullanır ‘Şimdi.’ Bu da yürek kipindedir” ifadesinin yer aldığı bildiride, şunlar kaydedildi:
“Şimdi o devasa yapıların içinde çocuklar üzerine yaptığımız bütün gelecek planlarını, uzmanlık kibrini, kalın kitapları, adına bilim denilen dayatmaları, pedagojik soğukkanlılığı bir kenara bırakalım. Dışarı çıkalım, açık alana. Bütün o unvanları, makamları, Google’ı, zeka testlerini, karmaşık analizleri, istatistikleri rafa kaldıralım, kravatlarımızı gevşetelim. Hep kısa yolu tercih ettiğimiz için kaybolmamıza sebep olan navigasyon cihazlarını kapatalım. Kalbimizin sesini bastıran akıllı telefonları sessize alalım. Bize başka dünyalardan yeni ve umutlu haberler getirmeyen televizyonların sesini kısalım. Bu defa eğitmek, şekil vermek, aydınlatmak için değil, hatta babacan bir tavırla dinlemek için de değil; neyi kaybettiğimizi hatırlamak için varalım çocukların yanına. Bir kez de öğrenmek, aydınlanmak, gerçek kayıplarımızın çetelesini tutmak için varalım onların yanına. Otomobilden inelim, yürüyerek
gidelim şiirin ve felsefenin, bilgeliğin kaynağı olan çocukların yanına. Onlardan öğrenilecek, kendimizde ise unutulacak çok şey var.
Tam da buradan baktığı için hikmeti bulmuş bir Bilge Dede ne güzel ifade etmiş, ‘Onlar sizin çocuklarınız değil; kendi yolunu izleyen hayatın oğulları ve kızları.’ Bizim mülkümüz değil misafirimiz onlar. Çocuklara eğilelim, saygı duyalım ve onları iyi ağırlayalım. Öyle ki yetişkinliğin eşiğinden korkmadan, büyük bir cesaretle atlayabilsinler. İnsanlığın yükünü alsınlar,
evrenin gözündeki çapakları temizlesinler. Biz ‘iyi bir yay’ olalım sadece. Okun dimdik gitmesi için emek verelim, gideceği yeri ise onlar belirlesin. Bizim düştüğümüz yerden daha aydınlık ve yaşanılası bir yere ulaşacaklardır. Buna inanın.”