Bırakın kendi hikayesini yazsın

Yazı: Yaprak Çetinkaya

Birçoğumuz anne ya da baba olduktan sonra “Keşke bu işin bir okulu olsaymış” dedik çünkü bu rollerin bir evcilik oyunundan çok farklı olduğunu ancak içine girince fark ettik. Belki anne-babaların toplu olarak gidip kayıt yaptıracakları okullar yok ama günümüzde anne-baba koçlarının öğrenmek isteyenlere anlatabileceği çok şey var.  Hatta onlar size belki de bu işin aslında o kadar ‘ciddi’ olmadığını, daha rahat ve huzurlu yaşanabileceğini, rahat bırakılan çocukların kendilerini daha güzel  gerçekleştireceklerini anlatabilirler. Bu konuda ailelere rehberlik yapanlardan biri de Gönül Marmara… Çocuk gelişimi ve ardından turizm işletme eğitimi alan, yıllarca insan kaynakları yöneticiliği yapan ve insanlarla iletişim içinde olmayı çok seven Gönül Marmara, şu anda aile koçluğu, üniversite öğrencileri için kariyer koçluğu ve bireysel koçluk yapıyor. Yaptığı işi ‘Anne-babalara yol gösteren, onların kendilerini fark etmelerini sağlayan bir rehber’ olarak tanımlıyor.  Kendisi ile Benzamanı adlı merkezdeki ‘Pozitif Ebeveynlik’ konulu seminerinin ertesinde buluştuk ve güzel bir sohbet gerçekleştirdik.

Zamane çocukları anne ve babalarını daha mı çok zorluyor?

Bizim zamanımızda anneler iki terlik atıyor, işi bitiriyordu. Otorite olması gereken bir şey ve bu davranış o zamana göre belki de doğruydu ama şartlar değişti. O zaman internet, bilgisayar, bu kadar çok televizyon, yani algıyı açacak bu kadar çok faktör yoktu. Biz sokakta ip atlarken, evcilik oynarken öğreniyorduk. Oysa şimdi çocuklar oturdukları yerden dünyayı avuçlarının içinde tutuyor, her şeyi biliyorlar. Anne-babaların onlara yetişmesi çok zor oluyor.

Siz anne-babalara bu çocuklarla beraber yürümeyi mi öğretiyorsunuz?

Öğretmek demeyelim; yol göstermek, çocukları anne-babaya, anne-babayı da kendilerine göstermek, sonra kendi metotlarını kendilerinin belirlemesine imkan vermek. Çünkü hiçbir anne ve babanın tarzı birbiri ile aynı olamaz. Çocukları yetiştiren anne babalardır ve çocuklar da bunu yansıtır. Bugünün anne-babaları da kendi anne-babalarını yansıtıyorlar. Önemli olan kendi çocuklarını yetiştirirken de bunun farkında olmaları… Pozitif ebeveynlik dediğimiz işte bu. Cezayla değil, ödüllendirme ile çocuğu pozitife çekerek onu daha iyi bir gelecek hazırlamaya yöneltmek. “Sınavlarda neden 100 değil de 80 aldın” diyerek değil de “80 almışsın, tebrik ediyorum, biliyorum ki daha yaş çok önemli. Çocuk tamamen ona bakım verenleri, etrafındaki kişileri görüyor. Sonrasında kendisi hatırlamasa bile beden bunları hatırlıyor, hücreler de hatırlıyor, bilinçaltı da hatırlıyor ve bu kodlar asla silinmiyor. 0-3 yaşta neler söylendiği, neler yapıldığı, nasıl davranıldığı,  el kol hareketi, sözler; hepsi kalıyor. 3-6 yaş arasında da geri kalan yüzde 80 oluşuyor. Yani ana karakter altı yaşa kadar oluşuyor. Altı yaşından sonra bu sefer  sosyal öğreticiler ve dış öğreticiler işin içine giriyor; arkadaşlar, okul ve televizyon gibi…

Çocuklarımıza kodlamalar atmamak için ne yapabiliriz?

Önce kendinizdeki kodları fark etmelisiniz. Ben utangaç bir anne isem eğer, kolay kolay iletişime giremiyorsam çocuğuma da bu kodu aktarabilirim. Örneğin bugün benim doğum günümdü ve kutlamalardan dolayı utandığımı fark ettim.  Sonra ‘Ben bu kodlamayı nereden aldım?’ diye düşündüm. Belki de bana çocukken ‘Ne gerek var bu kadar büyütmene, alt tarafı doğum günü kutlanıyor’ denmiş olabilir. Oysa bu benim kutsandığım gündür ve kutlamak benim hakkım. Ben bu kodlamayı fark etmezsem çocuğuma da aktarabilirim.

Hep bize atılan kodları mı aktarıyoruz?

Genelde bize yapılanı yapıyoruz ama kendimiz yeni kodlar da yaratabiliyoruz. Örneğin anne ya da baba bir diğerini örnek gösteriyor. ‘Senin baban da duymaz’,  ‘Senin annen de anlamaz, annene çekmişsin’ gibi sözler söylüyor. Çocuğa ona benzediğini söylüyoruz ve bilinçaltı bunu kabul ediyor. Bilinçaltı hayal ile gerçeği  birbirinden ayırt edemiyor, ona ne söylerseniz onu kabul ediyor. Çocuğa o olumsuz özellik kodlanmış oluyor. Pozitif ebeveynliğin bir maddesi de ne söylediğinizi, nasıl söylediğinizi bilmek ve fark etmek. Kendi eksiklikleriniz ya da birlikte yaşadığınız insanların eksiklikleriyle çocukları tanımlamak değil, çocuklarınıza  onların zaten mükemmel olduklarını söylemek önemli. Oldukları halleriyle onlar mükemmeller ve oldukları kadarıyla en iyisini yapıyorlar. Ama çocuklarımızdan beklentimiz çok yüksek. 100 alamayacak çocuktan 100’ ü bekliyor olmak annenin bir kodlaması… Diğer çocuklarla kendi çocuğunu karşılaştırması, kendi çocuğunun gerçeğini, kapasitesini, isteklerini, tarzını görememesi annenin kodlamalarının sonucu. Bir çocuk üç saat test çözebilir, bir başkası bir saat sonra sıkılabilir. Bir çocuk doktor ya da avukat olabilir, çünkü ezberi kuvvetlidir. Ama ezberi kuvvetli olmayan çocuğa avukat olmayı dayatırsanız o çocuk o mesleğe sahip olamaz. 

Anne-babalar kendi kodlamalarını rehberlik almadan fark edebilirler mi?

Zor bir yolculuk. Önce kendinizle yüzleşmeniz, kendi farkınıza varmanız, kendi egolarınızı dengelemeniz gerekiyor. ‘Diğer çocuklar benim çocuğum ile aynı’ egosuna kapılıyorsanız hem siz yorulursunuz hem çocuk yorulur ve bu her ikiniz için de bitmeyen bir yolculuk olur. Ama kendinize ve çocuğunuza dışarıdan bakınca ‘Benim çocuğum bu haliyle zaten güzel yapıyor ve ben de elimden gelen desteği veriyorum ve bu kadar oluyor’ dediğinizde ve onu kabul ettiğinizde siz de rahatlıyorsunuz, çocuk da rahatlıyor. En önemlisi siz onu kabul ettiğinizde çocuk başarıya doğru gidiyor. Hem annesi hem babası olmayan, yetim veya öksüz çocuklar kendi içlerindeki gücü daha iyi görüyorlar, çünkü desteksiz hayatta kalmak zorunda olduklarını biliyorlar, güçlerini ortaya çıkartıyorlar. Belki düşüyorlar ama sonunda kalkıyorlar. İki seçenekleri var; ya ayakta kalacaklar ya da başarısız olacaklar. Başarılı olmak için her şeyi deniyorlar. Çok büyük başarı hikayelerindeki kişilerin geçmişlerinde hep böyle bir olay vardır. Anne-babası çok mükemmel olup da kendi hayatında büyük hikayeler yazmış insan bulamazsınız tarihte, çok azdır. Bırakalım çocuklarımız kendi hikayelerini kendileri yazsınlar.

Bizler aşırı korumacı mı davranıyoruz?

Hem korumacıyız hem de diğerleriyle karşılaştırdığımız için ‘daha iyi ne kadar olur?’un peşindeyiz. Ama çocuk olduğu yerde zaten iyi. Siz ona desteği verirseniz çocuk  zaten kendini ortaya çıkartacaktır. Notları yükselsin diye ilkokuldaki bir çocuğa özel ders aldırarak ona destek olduğumuzu sanabiliriz.

Nasıl ayırt edeceğiz?

Ayırt etmek acı bir deneyimle oluyor. Çocuk altıncı veya yedinci sınıfa geldiğinde “Ben artık ders çalışmak istemiyorum” deyiveriyor çünkü artık sıkılmış oluyor. İlkokul bitene kadar onlar hala oyun çocuğu. Ama çok dolu bir programları var. Mutsuzlar çünkü yapmak istemedikleri bir sporu yapıyorlar, çalmak istemedikleri bir enstrümanı çalıyorlar ve biraz büyüyünce hepsini bırakıyorlar. Anne-baba “Biz o kadar yatırım yaptık, para harcadık, zaman harcadık” diyor. Çocuk ise “Sen bunlara gönderirken bana sormadın ki, sen aslında kendini gerçekleştirmek istedin” diyemiyor.

Nereden geliyor anne-babaların kendini gerçekleştirme arzusu?

Kuşaklarla ilgili çok fazla çalışmalar yapılıyor son yıllarda. Benim jenerasyonum, 1978 öncesi yani X kuşağı, 1978-2000 arası Y kuşağı. X kuşağı çok sıkışmış bir alanda büyüdü. Bizim zamanımızda siyaset farklıydı, terör vardı,üniversiteler kontrol altındaydı, gece dışarı çıkamıyorduk, sıkı yönetim vardı ama anne-baba bizim için hep en iyisini diledi. İyi okullara, Anadolu liselerine gitmemizi, iyi üniversitelerde okumamızı istediler. Bizler onu atlattık. Ama zor şartlarda… Şimdi istiyoruz ki kendi çocuklarımız daha iyi durumda olsun. “Ben hiç enstrüman çalmadım, ne olur çocuğum çalsın” diyoruz örneğin. Ama çocuk istiyor mu, yeteneği var mı diye düşünmüyoruz. Burada doğru yol deneye deneye bulunabilir. Çocuk bir enstrümana başlayabilir, sonra bir başkasına geçebilir ya da tamamen vazgeçebilir. Denetelim ve ısrarcı olmayalım. 

Çocuklarımızda kendimizi görebilir miyiz?

Örneğin aceleci bir çocuğun annesi sürekli bir yere yetişme telaşındadır, acelecidir ve çocuğa sürekli ‘hadi hadi’ diyordur. Çocuk bunu alır, ona yapıldığı için hemen öğrenir ve

kolaylıkla başkasına uygular. Oyun oynarken acele edecek bir durum yokken arkadaşına ‘hadi hadi’ demeye başlar. Diğer çocuk da ona “Vaktimiz var niye sıkıştırıyorsun?” diyemez. Onun yerine ya iter ya ısırır ya saçını çeker ya da bir daha onunla oynamaz. Bunun gibi bir sürü örnek verebiliriz. Çocuğumuzda eleştirdiğimiz özellikler bizde var mı diye bakmak gerekiyor. Çocuğu yemek yemeyen çoğu anne, ‘Ben de çocukluğumda incecikmişim, hiç yemiyormuşum, eşim de böyleymiş’ diye anlatır. Yapı olarak yemek yemeyi sevmeyen kişilerseniz o zaman niye bekliyorsunuz çocuğunuzun yemek yemesini? Birçok kadın görüyorum, yemek yemekten zevk almıyor ama çocukları yesin istiyorlar. Oysa rol model oluyorlar çocuklarına. Çocuk annesinin kaç kaşık yemek yediğini izliyor. Kendisi yemek yemeyi çok seven ama çocuğu sevmeyen anneler de aslında çok yediklerini biliyorlar, kendilerinden şikayet ediyorlar kilo aldıkları için. Çocuk buradan bir öğreti çıkartıyordur, “Demek ki çok yemek iyi bir şey değil” diyor. Çocuklardaki yemek yeme sorunlarının altında mutlaka bir kodlama var. Her sorunun altında olduğu gibi. Bu kodlamayı siz de yapmış olabilirsiniz, babası da, bakıcı da, anneanne de…

ÖNCE KENDİ ANNE-BABANIZA BAKIN

Gönül Marmara, Pozitif Ebeveynlik seminerlerinde katılımcılara kendi anne ve babalarının sevdikleri ve sevmedikleri yönlerini düşünmelerini söylüyor. Bunun nedenini ise şöyle açıklıyor: “Anne ve babamızı 20’li yaşlarda eleştirir, 35’e geldiğimizde yaptıklarını biz de yapmaya, söylemlerini biz de kullanmaya başlarız. Kendimizi 25 yaşından sonra fark etmeye başlayalım ki anne ve babada sevip sevmediklerimiz nelerse kendimizde onları değiştirelim. Bu nedenle anne-baba eğitimimizde de diyoruz ki ‘Siz çocuk yetiştirmek istiyorsanız önce annenizde ve babanızda neleri sevip sevmediğinize ve onların sizde olup olmadığına bir bakın. Sonra çocuğunuza onları gösterecek misiniz yoksa değiştirerek mi göstereceksiniz ona karar verin.”

ÇOCUK DÜNYAYI ÖNCE ODASINDA KEŞFEDER

Annelerle çocukların en çok çatıştıkları konu oda toplamadır. Nasıl bir yaklaşım öneriyorsunuz? Bu konuda rol model anne ve babadır. 1.5 yaşından itibaren o odayı anne ya da baba çocukla birlikte toplamaya başlayacak. Oyuncakları, eşyaları birlikte kutulara koyacaklar, çocuk görecek. ama o sırada annenin rahat olması,  telaş etmemesi gerekiyor. ‘Bir an önce buradaki işimi bitireyim, senden kurtulayım’ gibi bir davranışta olursa çocuk bunu hemen algılar. aksine odayı oyun gibi  toplarlarsa çocuk da keyif alarak anneye yardımcı olur. Örneğin bir yerlere küçük sürprizler yerleştirip odayı toplarken bulmasını sağlayabilirsiniz. İleride de kendisi bir müzik açarak odasını toplamaya başlar. Gerçekten de keyiflidir oda toplamak. Uzun zamandır bulamadıklarınızı bulursunuz, vermek istediklerinizi verir, atmak istediklerinizi atarsınız. Bir keşiftir aslında oda toplamak. Yetişkin olunca yabancı ülkelere gidersiniz, yeni yerler görürsünüz, keşfedersiniz… ama çocuk keşfi önce evde yapar ve  ilk durak da odasıdır.

ÖĞRETMEN ÇOK ÖNEMLİ

Çocuk evden çıktıktan sonra hayatına sosyal öğreticiler giriyor. Onlardan en önemlisi de öğretmen… Çünkü ondan da kodlamalar alınıyor. Bu nedenle öğretmen seçimi de önem taşıyor. Bu konuda Marmara’ nın önerisi şu: “Okulun hangi okul olduğu, hangi kolej olduğu, kolejin kaç para olduğu, sosyal etkinlikleri ve havuzu olup olmaması… Sorulması gereken ilk sorular bunlar değil. Öğretmen öğrencilerine karşı ne kadar şefkatli ve ne kadar adil davranıyor, ona bakmak lazım.”

ONUN DA SÖZ HAKKI OLMALI

Aile Koçu Gönül Marmara, pozitif ebeveynlik de ailenin tüm fertlerinin söz hakkı olduğunu söylüyor: “Konuyu ortaya hep beraber yatırırsınız. Anne-baba ayrılmış ya da birlikte olsun önemli değil. Sonra çözümlenmesi gereken konu için hedefinizin ne olduğunu, nasıl düzeltmek istediğinizi karşılıklı konuşursunuz. Sonra tasarımınızı yaparsınız; neydi, ne istiyorsunuz, ulaşmak için elinizde neler var? Ama genelde aileler bunu konuşmuyorlar. Kapalı bir iletişim kuruyor ya da imalarla, başkaları aracılığı ile söyleme yolunu seçiyorlar. Çocuğa eğer odasını toplaması, sofrayı kurup kaldırması söyleniyorsa, kararların alındığı masada onun da bir yeri olması gerekiyor. Aksi taktirde çocuk ‘Bana odamı topla diyor ama hiçbir kararda söz hakkım yok’ diyor ve kendini geri çekiyor. Yani pozitif ebeveynliğin şartlarından biri çocuğa söz hakkı vermek ona kendini ailenin içinde hissettirmek. Bunu yapınca çocuk sorumlulukları üzerine alıyor; iyi yapılan konularda da kötü yapılanlarda da…”

ONAYLANMAK İSTİYOR, ONAYLADINIZ MI?

Çocuklarımızı sürekli ellerinden tutuyoruz, onları sürekli koruyoruz. Aslında çocuklar ilk olarak 2.5 yaşında, ardından 8-9 yaşlarında ve 14-15 yaşlarında bizden ayrılmak istiyor. Bu dönemlerde dengeyi iyi ayarlamak, ipleri doğru çekmek ve gevşetmek çok önemli. Gönül Marmara, “Uygun limiti bilip gevşetirsek çocuk onaylandığını görür ve kendi başına yürümeye devam eder. Ama ‘Hayır, sen yapamazsın, küçüksün’ dediğiniz zaman çocuk kendini dışarıya çıkacak, insanlarla konuşacak, kendi başına bir şeyler yapacak kapasitede görmez. Çünkü anne-babası onu yeterli görmüyordur. Bu ‘yetersizsin’ kodlamasını o anda alır. Bunu yaratmamak için anne ve babanın günü geldiğinde ‘Sen artık bunu yapabilirsin, kendin ilerleyebilirsin, bana ihtiyacın yok’ demesi, bunu göstermesi gerekiyor. Bu, çocuğun onaylanmasıdır. Çocuk önce anne ve babadan onaylanmayı bekler. ‘Sen kendin yapabilirsin sen zaten yeterlisin’i önce anne-babadan duymak ister, başkalarından değil. Ve bunu hayatı boyunca duymak ister” diyor.



ONA SORUN: BENDEN NE BEKLİYORSUN?


Çocuklarımızı duymak ve dinlemek çok önemli. Onlara ‘Benden memnun musun, benden beklentin, isteğin nedir?’ diye sorabilirsiniz. Gönül Marmara, çocukların bu soruya çok

güzel yanıt verdiklerini söylüyor. Ve onlar anlatırken aslında kodlamalar da ortaya çıkıyor. Cevap vermeyen çocuğun iletişime girmek istemediği ortaya çıkıyor ve bu durumda anne babanın kendilerine dönüp bakması gerekiyor. Bazen de çocuk yanıt vermek istiyor ama ters bir cevap alacağından hatta dövüleceğinden korkabiliyor. Burada iş yine anne babanın bunu fark etmesi ve düzeltmesi ile çözülüyor.

OĞLUNA HER İMKANI VERİYOR AMA HİÇ MAÇA GÖTÜRMÜYOR

Anne-babaların en sık yaşadığı sorunların başında çocuğunu eksik ve yetersiz görmek yer alıyor. “Ben onun için her şeyi yaptım, ona her imkanı verdim” diyen ama bugüne kadar oğlu ile bir maça dahi gitmemiş babalar olduğunu söylüyor aile koçu Gönül Marmara. Oysa çocuk hayatının her alanında anne ve babayı görmek istiyor. Hatırlayın, nasıl ki bize büyüklerimiz “Senin için şunu yaptık” dediklerinde “Yapmasaydınız” dediysek, bizim çocuklarımız da aynı şeyi düşünüyor. Gönül Marmara konuyu şöyle tamamlıyor: “Çocukların akıllarında anne ve baba ile geçirdikleri güzel vakitler olmalı, ödev yaparken geçirilen stresli zamanlar değil.”

TELEVİZYONA DİKKAT!

Bir yaşından sonra çocuk hareketlenmeye başlayınca anneler nasıl zaptedeceklerini bilmedikleri için televizyona başvuruyorlar. Böyle çocuklar asosyal çocuklar olarak ortaya

çıkıyor, göz kontağını ve iletişimi kaybediyor. Televizyonu gerçek hayat gibi algılıyor, ancak karşıdan gelen bir iletişim olmadığı için bunu normal hayat sanıyor ve televizyon dışındakilerle de iletişim kurmuyorlar. Seslenildiğinde de bu nedenle cevap vermiyorlar.

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu