Yazı: Halime Sürek Kahveci
Ergenlik dönemindeki kızının odasına dağınıklığından ötürü giremeyen annesi, kızı daha çocukken, “Büyüdüğünde nasıl olsa hayat onu sıkacak, kendi işini yapacak. Aman şimdi oyuncaklarını da ben toplasam ne olur?” dediğine pişman olduğunu söylemişti bir keresinde. Oğlunun üniversite sınavına çalışmadığından yakınan bir başka anne de “İlkokulda o kadar maymun iştahlıydı ki sporun da müzik aletlerinin de birini bırakıp diğerine başlardı. O zaman biraz daha net olmalıymışım” demişti. Oğlundan yaklaşık 10 yaş küçük bir kızı da olduğundan, “Tamam, kızımın yapısı farklı ama bu kez ben de farklı bir yöntem deneyeceğim” diyerek onu yetiştirirken daha kararlı ve disiplinli bir yol izleyeceğini anlatmıştı. Bir baba da oğlunu disiplini ile meşhur bir okula gönderdiğine pişmandı: “Ona hiç uygun olmadığını bile bile, eğitimi iyi diye oraya gönderdik. Yanlış yapmışız.”
Bu anne-babaların hepsi de çocuklarını çok seviyor, aslında onların başarılı ve mutlu olmasını istiyor. Tıpkı tüm diğer anne- babalar gibi… Peki o zaman bu çoğu pişmanlık dolu özeleştiri cümlelerinin ardında yatan ne? Çocuklarımızı büyütürken disiplinli mi olmalıyız, rahat mı bırakmalıyız? Uzmanlara, anne şapkası ve eğitimciliği bir potada eritenlere sorduk. Gelin hem deneyimlere hem de bilimsel kanıtlara bakalım. Sonra da kendimize….
Disiplin, cezayı ve zorlamayı çağrıştırması nedeniyle ‘itici’ gelen bir kavram. Kendi çocukluk ve gençlik döneminde ‘disiplinden çok çekmiş’ olan yetişkinler, anne-baba olduklarında çocuklarını yetiştirirken bunun karşısına ‘rahatlığı, çocuğun her istediğini yapmayı’ koyarak daha doğru bir yöntem seçmeye çabalıyor. Belki de kendini ‘Disiplin mi, rahatlık mı?’ açmazında bulunuyor. Antropoloji alanındaki üniversite eğitimini bu yıl bitiren oğlunu, Avrupa’da bir ülkeye yüksek lisans için göndermeye hazırlanan bir arkadaşıma aralarındaki ilişkiye imrendiğimden “Sen nasıl bir yöntem benimsedin, disiplin mi, rahatlık mı?” diye sordum. Uzun yıllar öğretmenlik de yaptığından neredeyse hiç düşünmeden şunları söyledi:
“Bu iki seçenek de bence dünyanın en kötü seçenekleri. Çünkü her çocuk için yöntem farklı. Kimi çocuk kendini çok iyi ifade ediyor, dinletiyor. Kimi edemiyor. O nedenle çocuğun yapısını anne-babanın, öğretmenin, hatta dayısının, amcasının iyi gözlemlemesi gerekiyor. Öte yandan disiplin lazım tabii, olmadan olmuyor. Ama bu anne-babayı da bağlamalı. Yani çocuğa söz verdiğin şeyi yapmalısın. ‘Kitap okuyacağım’ dediysen okumak gibi. Özgürlüğün de disiplinin de aşırısı sıkıntılı. Ben bu ikisinin de aşırısının ‘ruhsal aygıtı’ bozduğunu düşünüyorum. Ayrıca çocuklar, anne- babalarının kitap okuma, dans etme ya da dinlenme gibi özel alanlarının olduğunu da bilmeli.”
Disiplin ceza ile ilgili değil
Bu kez söz, bir uzmanda… Ayşegül Cebenoyan, gelişim psikolojisi yüksek lisansı yapmış bir anne-baba koçu. Disiplin ile ilgili konuşurken şöyle başlıyor söze:
“Çocuk yetiştirirken disiplin uygulama fikri çoğumuza itici geliyor. Ben de doğrusu böyle düşünüyordum, ta ki hamileliğimde Jane Nelson’un ‘Pozitif Disiplin’ adlı kitabını okuyana kadar. Bu kitapta disiplin sözcüğünün Latince ‘discipulus’ kökünden geldiğini ve ‘doğrunun, prensiplerin ya da saygı gösterilen bir liderin peşinden giden, öğrenci’ anlamında kullanıldığını öğrendim. Yani disiplin, zannedilenin aksine ceza ile değil, öğretmekle, eğitimle ilgili.”
Araştırmacılar ebeveynlik tutumlarını incelerken ilk olarak anne-babanın çocuğu olduğu gibi kabul edip etmediğine, ona gösterdiği ilgiye, sıcaklığa ve sevgiye bakıyor. Burada hemen sevgi konusuna bir açıklık getirmeli. Her anne-baba çocuğunu seviyor elbette ancak araştırmacıların özellikle dikkat ettiği nokta, çocuğun olduğu gibi kabul edildiğini ve kendisine değer verildiğini hissedip hissetmediği. İkinci olarak anne-babaların çocuğu ne kadar kontrol ettiğine bakıyorlar. İşte bu nokta, disiplin ile teması içerdiğinden önemli. Cebenoyan, “Çocuğun hem yaşadığı fiziksel dünyanın ve toplumun kural ve sınırlarını öğrenmeye hem de kendisini içinde bulunduğu ortamda söz hakkı ve hayatı üzerinde kontrol sahibi bir birey olarak hissetmeye yani psikolojik özerkliğe ihtiyacı var. Araştırmalarda incelenen üçüncü boyut da psikolojik özerklik” diyor ve aslında olması gereken dengeyi tanımlıyor. Bakın şöyle:
“Biliminsanları anne-babaların çocuğun davranışları üzerinde kontrol ve sınırlamalarının olması ama duygu ve düşüncelerine saygı gösterilmesi; birey olarak kabul edildiğinin ve değer verildiğinin hissettirilmesi yani psikolojik özerklik verilmesi gerektiğini söylüyor.”
Bu çerçeve ise ‘otoriter’, ‘müsamahakar’ ya da ‘ihmalkar’ ebeveyn tiplerinden ziyade ‘otoritatif’ yani demokratik ebeveynlik tanımına uyuyor. Hem yurt içinde hem de yurt dışında yapılan sayısız araştırma, demokratik ebeveynlik tarzını benimseyen anne-babaların çocuklarının akademik başarı, duygusal zeka ve sosyal uyum alanlarında, diğer yöntemlerin benimsendiği evlerde büyüyenlere nazaran daha yüksek performans gösterdiğini ortaya koyuyor. Ancak bu genellemelerin dışında, üzerinde durulması gereken en önemli konunun ‘çocuklarımızla kurduğumuz ilişki’ olduğunu vurgulayan Cebenoyan, Türk annelerine yönelik gözlemini anlatıyor:
“Anne-babalık, görev tanımı sürekli değişen bir rol. Türkiye’de gözlemlediğim en önemli sorunlardan biri, annelerin çocukları ne kadar büyürse büyüsün anneliklerini bir bebek annesi gibi sürdürmeye çalışmaları; büyüyen, bağımsızlaşması, sorumluluk alması, kanatlanması gereken çocuklarına alan açmaktan korkmaları, arada düşmelerine izin verememeleri.”
Hata yapmasına izin verin
Cebenoyan bu gözleminin ardından anne-babalara şu önerilerde bulunuyor:
“Çocuklarımızın ileride mutlu olmalarını istiyorsak, ne kadar zor olsa da zaman zaman mutsuz olmalarına; başarılı olmalarını istiyorsak arada hata yapmalarına izin vermemiz gerekiyor. Kabul etmesi çok zor biliyorum ama biz her zaman yanlarında olamayacağız, biz onları her şeyden koruyamayacağız. Dolayısıyla çocuğumuz büyürken biz de değişmeli, çocuğunu her şeyden esirgeyen, kollayan, bütün ihtiyaçlarını karşılayan anneden; yol gösteren, destek olan anneye doğru evrilmeliyiz. Bunu yaparken de çocuğumuzu güçlü ve güçsüz yanlarıyla kabul edip, sevgimizi göstermeli, hayatında yer almak için ilişkimizi güçlü tutmalı, onu birey olarak kabul etmeliyiz. Ama bunu her şeyi kabul eden bir tavizkarlıkla değil, kendi değerlerimize uygun, kural ve sınırlar çerçevesinde yapmalıyız.”
Cebenoyan’ın bu sözlerinin ardından yine çok sayıda çocuğu, bir iş ile uğraşırken, odaklandığı, sevdiği sporu yaparken gözlemleme olanağına sahip bir başka uzmana kulak verelim. Funda Öztürk Alban, biri bu yıl üniversiteyi kazanan diğeri de ortaokul son sınıfa başlayacak olan iki kız çocuğuna sahip bir beden eğitimi öğretmeni.
Uzun yıllardır bir spor okulunda koordinatör olarak görev yapıyor. Çocuk gelişimi eğitimi de aldığından hem evdeki hem de dersteki çocukları üzerine yöntemleri ve gözlemlerini merak edip sorduk. “Annelik bence hayat antrenörlüğü gibi” diye başlıyor söze ve şöyle devam ediyor:
“Her ailenin ve anne-çocuğun kimyası farklıdır. İhtiyaçları, duygu durumu, ebeveyn yönetimi… Biz de kızlarımızın her yaşı için farklı tutumlar geliştirdik. Önceliğimiz kendi doğrularımızı bulup, kararlılıkla uygulamaktı. Buna katı disiplin diyen de oldu, ‘harikasınız’ diyen de. Sağlık, inanç, görgü kuralları dahil her konuda başlıklar çıktı karşımıza.”
Çizilen sınırlar içinde özgür bıraktıkları çocuklarına gerektiğinde yeni kurallar ya da esneklikler getirmişler ve yaşlarına göre ev işleri vermişler. Sonuç, akademik başarıları okul birinciliğine uzanan, sosyal hayatlarında aranan, sevilen ve neşeli çocuklar olmuş. Öztürk Alban onlarla olan ilişkilerini tanımlarken de “Biz gerçekten onların güvenebileceği ebeveynler olduk, arkadaşları değil. Arkadaşça yaklaştığımız anlar da oldu ama hep ebeveyndik. Çünkü hayatları boyunca onlarca arkadaşları olacak, ebeveynleri tek” diyor.
Peki ya okulda gördüğü çocuklar? “Yıllardır çocuklarla birliktesiniz. Lütfen yetiştirme biçimlerinin çocukların spor ya da benzeri alanlardaki performanslarını nasıl etkilediğini anlatır mısınız?” sorusu üzerine şunları söylüyor:
“Bize, sporcu olma yoluna girmek isteyen ancak kararlılık kazanmak için daha yumuşak basamaklara ihtiyaç duyan çocuklar geliyor.
Kimi zaman da doktorların fiziksel ve ruhsal sağlıkları için spor yapmalarını salık verdiği çocuklar. Bu nedenle üç yaşından 15 yaşına kadar çocuklarla birlikteyim. Yıllar içinde onların büyüme dönemlerine de tanıklık ediyorum. Çocukların çoğu kural-komut algısına sahip değil ve öğretmenlerin yaşadığı en büyük sorun da maalesef bu. Kural tanımı genelde çok az, evde genellikle hiçbir sorumuluklarının olmadığını, yaşlarına uygun görevleri bulunmadığını görüyorum. Aileler onlar için her sorunu çözdüğü için, çocukların karşılaştıkları durumlarla baş etme dürtüleri de yok. Kimi zaman da çok gıpta edilecek davranışları olan çocuklar görüyoruz. Doğrularla büyüyen çocuklar daha öz güvenli, sosyal, duygularını ifade ve kontrol edebilen, sağlam karakterli çocuklar oluyor. Onlar adına seviniyor ve yıllar sonra onları gerçekten başarı kürsülerinde alkışlıyoruz.” Uzmanların söyledikleri ve deneyimler gösteriyor ki çocuğunuzu büyütürken benimseyeceğiniz yöntem hem onu hem de sizi büyütüp geliştirmeli…
Hangi anne-baba, nasıl tepki veriyor?
Anne Baba Koçu Ayşegül Cebenoyan, karşılaşılan sorunlarda verilen tepkilerin anne-babaların benimsedikleri ebeveynlik tarzına göre değiştiğini, öte yandan çocuğun dünyayı algılama biçiminin de bu tepkilere göre oluştuğunu anlatıyor. Diyelim ki beş yaşında bir çocuk oyuncakçıda istediği oyuncağı aldırmak için tepiniyor, ağlıyor, deyim yerindeyse ortalığı yıkıyor. Bakalım kim nasıl davranıyor:
• Otoriter anne ya da baba, tepinen çocuğuna bir tokat atmaktan ya da eve gidince kendisini ne cezalar beklediğini söylemekten çekinmeyecektir. Çocuk ise istediği oyuncağı alamamıştır ama ‘isteklerinin/ihtiyaçlarının dinlenmediği ve önemsenmediği, kendisini koruyacağına güvendiği ve en sevdiği insanın onun canını yakmaktan, üzmekten çekinmediği dolayısıyla önemsiz ve değersiz bir insan olduğu, bu kez istediğini elde edememiş olsa ve canı yanmış olsa da bir gün intikamını alacağı, uzlaşmazlıklarda kaba kuvvet ve şiddet kullanmanın meşru olduğu’ gibi bir dizi mesaj almıştır.
• Müsamahakar ebeveyn, önce almayı reddettiği oyuncağı çocuk tepinince alacak, çocuk ise bu kez oyuncağının yanı sıra, isteklerini sözel olarak ifade etmenin anlamı olmadığı, ağlayıp tepinerek her istediğini elde edebileceği gibi ileride hem anne-babasına karşı hem de sosyal ilişkilerinde kullanacağı mesajlar almıştır.
• Otoritatif yani demokratik anne, çocuğun üzüntüsüne empati gösterecek ama o sırada taviz vermeden çocuğunu dükkandan çıkaracaktır. Çocuk yatıştıktan sonra konuyu gündeme getirerek oyuncağı niye almadığını açıklayacak, koşulları ve değerleri doğrultusunda bu durumlarda ne yapacaklarına ilişkin ortak çözümler geliştireceklerdir. Anne, oyuncakçıya bir sonraki gidişlerinden önce almış oldukları kararları çocuğuna hatırlatacaktır. Bu durumda çocuk, annesinin kendisine değer verdiği, onun duygularını anladığı, sorunlarına çözüm bulmaya çalıştığı, her istediğini elde edemeyeceği mesajlarını alır. Annesinin değerlerine ve uzlaşmazlıkların nasıl çözümleneceğine ilişkin bilgi ve deneyim edinir.
• İhmalkar anne ise muhtemelen zaten çocuğuyla oyuncakçıya gitmeyecektir.
** Elbette bu ebeveyn davranışlarından çocuğun aldığı mesajların içselleşmesi için tekrarlanması gerekiyor. Yoksa normal olarak otoritatif ebeveynlik tarzını benimsemiş bir anne, o sıradaki özel koşullar nedeniyle farklı davranırsa birden bire çocuk üzerinde yıkıcı etkiler oluşmaz.