Yazı: Ayşegül Uyanık Örnekal
37’nci haftaya ulaşmadan doğan bebeklerin hepsi ‘prematüre’ olarak adlandırılıyor. Solunum ve sinir sistemi, işitme, görme, öğrenmeyle ilgili bilişsel fonksiyonlarında ciddi sorunlar yaşayabilen prematüre bebeklerde risk, doğum zamanı erkene geldikçe artıyor.
Çoğul gebeliklerde yüksek oranda görülüyor
Tüm dünyada ‘yaşayabilir’ diye tanımlanan doğum haftasındaki sınır 23 hafta olarak kabul ediliyor. 23 haftanın altında yaşam oranı, istisnalar dışında, sıfıra yakın olarak ifade ediliyor. İkiz gebeliklerin yüzde 60’ı, üçüz gebeliklerin ise yüzde 90’ının erken doğumla sonuçlandığı belirtiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Bölümü, Yenidoğan Yoğun Bakım Sorumlusu Doç. Dr. Ercan Tutak, çok düşük ağırlıklı yani bin gramın altındaki bebeklerin yaşama şansının ise günümüz modern tıp imkanları ile daha yüksek olduğunu belirterek, “Ancak bu gruptaki bebeklerin bir kısmında ileride okul başarısında düşüklük, görsel motor fonksiyon bozuklukları ve çeşitli sosyal uyum bozuklukları ortaya çıkabiliyor. Çocukluk çağındaki nörolojik problemlere bakıldığında da bunların yüzde 50’sinden prematüre doğumun sorumlu olduğu görülüyor” diyor.
Risk faktörleri saptanıyor
Erken doğuma engel olmak, doğan bebeği tedavi etmekten daha büyük önem taşıyor. Bu amaçla ‘perinatolog’ adı verilen, gebelikte anne ve fetüsün takibi alanında uzmanlaşmış doktorlar tarafından yapılan erken doğum tahmin, tedavi ve korunma programı olarak tanımlanan sistem sayesinde özellikle erken doğum için risk taşıyan gebeler takip edilerek önlem alınabiliyor. Doç. Dr. Tutak, söz konusu hasta grubunda gebelik başında ve hatta öncesinde başlatılan takip protokolünde, hastaya bireysel riskin değerlendirildiği periyodik ve sık izlem yapıldığını belirterek, “Anne adayları; davranışsal, demografik (yaş, doğum sayısı,
önceki gebelik hikayesi, sigara kullanımı vb.), beslenme, mevcut gebelik ve biyofizik (rahim ağzı açıklığı ve ultrasonografik bulgular) özelliklerine göre gruplandırılıp, değerlendiriliyor” diyor.
Erken doğum önlenebilir mi?
Son 20 yıl içinde gelişmiş ülkelerdeki erken doğum sıklığında belirgin bir artış gözleniyor. Bu artışın nedenleri arasında giderek artan ileri yaş gebelikleri, tüp bebek uygulamaları, tıbbi bir neden olmaksızın gereksiz erken sezaryen yapılması sayılabiliyor. Ayrıca ‘serebral palsi’ rahatsızlığı olan spastik çocukların yüzde 50’sine, çocukluk çağı körlüklerinin de yüzde 30’una da erken doğum yol açıyor. Hem Türkiye hem de tüm dünya için son derece ciddi olan bu problem; erken doğumun risk faktörleri, korunma yolları, tahmin ve tedavi yolları hakkında yapılacak bilinçlendirme ve eğitim çalışmaları ile yüzde 75 oranında azaltılabiliyor.
Tüm erken doğumların yüzde 25’i annede preeklampsi ve diğer sağlık problemleri ya da bebekte
büyümenin duraklaması nedeniyle doktorlar tarafından planlı bir şekilde doğumun geçekleştirilmek zorunda kalınmasıyla noktalanıyor. Yüzde 40’ının nedeni tam olarak bilinmese de erken doğuma yol açan faktörler şu şekilde sıralanıyor:
• Amniyon zarının erken yırtılması
• Kordon sarkması
• Plasentanın erken ayrılması
• Anne adayının halk arasında bilinen adıyla “gebelik zehirlenmesi” yani eklampsi geçirmesi
• Anne adayında ciddi enfeksiyon varlığı
• İnfertilite tedavileri
• Sosyoekonomik koşullar
ANNELER BELİRTİLERİ ÖNEMSEMELİ
Yapılan araştırmalar ve tıbbi gelişmeler kadınlarda erken doğum riskini koymada önem taşıyor. Bu kapsamda sağlık öyküsü ve taramaların önem taşıdığına dikkat çeken Memorial Şişli Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü’nden Op. Dr. Gülfem Şişmanoğlu, erken doğum riski olan hamileler hakkında şu bilgileri veriyor: “Anne adaylarına özellikle 20’nci gebelik haftasından itibaren düzenli aralıklarla rahim ağzı ölçümü yapılması gerekiyor. Erken doğumun en güçlü nedenlerinin başında çoğul gebelikler geliyor. Bunun dışında; şiddetli hipertansiyon, plasentanın rahim duvarına anormal yerleşmesi, plasental yetersizlik, erken membran rüptürü (su kesesinin zamanından önce açılması), anne adayının geçmişte erken doğum hikayesi olması, suyun normalden fazla olması (polihidramnios), bebeğin fazla iri olması, rahimde doğuştan var olan anatomik bozukluklar (çift rahim vs.), yetersiz veya aşırı kilo alımı, rahim ağzı yetmezliği, sigara kullanımı, annenin yaşının 35’ten büyük veya 18’den küçük olması, psikolojik travmalar, böbrek ve kalp hastalığı ile annenin hamilelikte geçirdiği enfeksiyonlar, alkol kullanımı ve kansızlık da erken doğum riskini artırıyor.” Ancak tüm bunlara karşın, hiçbir risk faktörü olmaksızın da erken doğum gerçekleşebiliyor. Karında regl sancısına benzer ağrı ve sertleşmeler olması, kasıklarda ağrı ve kramplar, bel ağrısı, su ya da vajinadan aşırı sulu akıntı gelmesi, lekelenme ve kanama olması, karından aşağıya doğru baskı bu belirtiler arasında yer alıyor. Her zaman erken doğumun habercisi olmasa da bu belirtilerin iyi takip edilmesi gerekiyor.
Op. Dr. Gülfem Şişmanoğlu, erken doğum riski saptanan anne adaylarının alabileceği birtakım önlemler olduğuna dikkat çekerek, şu önerilerde bulunuyor:
• Yaşam şeklinizi mutlaka değiştirin.
• Sigara kullanıyorsanız mutlaka bırakın.
• Mevcut kilo ya da kilo alımı normalden fazla ise bir beslenme uzmanı eşliğinde diyet uygulayın.
• Stres seviyeniz yüksekse yoga, meditasyon yapın. Erken doğum riskinizi yoga eğitmeninizle mutlaka paylaşın.
• Eğer stresle mücadelede zorlanıyorsanız psikolojik yardım alın.
• Bol bol dinlenin.
• Cinsel ilişki sıklığınızı azaltın ya da bir süreliğine tamamen bırakın.
• Çoğul gebelik ya da önceden bilinen rahimde şekil bozukluğu var ise takiplerinizi sıklaştırın.
• Kasılmaların nasıl takip edileceği doktorunuzdan öğrenin. 20 dakikada bir dörtten fazla kasılma olduğunda mutlaka doktora gidin.
ANNE DEPRESİF HİSSEDEBİLİR
Erken doğum, ailelerde büyük stres kaynağı yaratıyor. Solunum, dolaşım ve sinir sistemi gibi bazı hayati fonksiyonları tam gelişmeyen bebeklerin yoğun bakım süreci özellikle anneleri olumsuz etkiliyor. Memorial Şişli Hastanesi Psikoloji Bölümü’nden Uz. Psk. Didem Üngör, anne ve babanın bebeğinden uzun süre ayrı kalması, yaşanan tıbbi sorunlar ve bebeği kaybetme korkusu nedeniyle ailelerin büyük travma yaşayabildiğini ve annelerde ortaya çıkan birtakım belirtilerin depresyona işaret ettiğini söylüyor. Annelerin doktorlara soru sormaktan çekinmemesi gerektiğinin önemine değinen Uz. Psk. Üngör, şu önerilerde bulunuyor: “Ailelerin bu durumu daha kolay atlatabilmeleri için, benzer deneyimleri yaşayan ailelerle bir araya gelmeleri ve paylaşımlarda bulunmaları çok önemli. Böylelikle hem kendilerini hem de bebeklerini ileride nelerin beklediğine dair akıllarındaki soru işaretlerini gidermeleri açısından doğru bilgi alabiliyorlar. Ebeveynlerin birbirleri ile duygularını paylaşıyor olmaları ve ihtiyaç hissettiklerinde yardım istemeleri de önem taşıyor. Çünkü yaşanan korku ve endişe ortak bir duygu ve bunu paylaşıyor olmak süreci biraz daha normalleştiriyor. Doğum anından itibaren bebeği sahiplenmek ve onunla bağ kurmak gerekiyor. Genellikle aileler hastaneden çıkıncaya kadar bebekleri ile bağ kurmaktan çekiniyor, isim koymak istemiyor çünkü bebeği kaybetmeye dair korkuları oluyor, kendilerini duygusal olarak buna hazırlamaya çalışıyorlar. Anne-bebekle bir araya geldiğinde onu sakince kucağına alması ve ten tene temas edecek şekilde güven bağını yavaş yavaş kurmaya çalışması gerekiyor. Onunla sakin bir ses tonu ile konuşmak hem onun ağlamalarını azaltıp huzur veriyor hem de ebeveynlerin kendi duygularını kontrol etmelerine yardımcı oluyor. Aynı zamanda bebeği annenin göğsüne yatırmak hem annenin sütünü artırıyor hem de bebeğin bağışıklık sistemi güçlendiriyor. Erken doğum yapan bir anneyseniz duygularınızla baş edemediğiniz noktada mutlaka destek almak için çaba gösterip, yardım isteyin ve yardım tekliflerini kabul edin. Aileler ne kadar güçlü olursa bebeklerin de o kadar güçlü olacağını unutmayın.”
Son 20 yıl içinde gelişmiş ülkelerdeki erken doğum sıklığında belirgin bir artış gözleniyor. Bu artışın nedenleri arasında giderek artan ileri yaş gebelikleri, tüp bebek uygulamaları, tıbbi bir neden olmaksızın gereksiz erken sezaryen yapılması sayılabiliyor.