Annelik meslek dinlemiyor

Aslı İçingür Güler
Diyetisyen
“Brokoliyi sütlü çorba şeklinde içirdim, adına da yeşil süt dedim. Gerçekten içti, bayılmadı ama beni de kırmadı.”

Hamilelikte kaç kilo aldınız? Bile bile yaptığınız hatalar oldu mu?

Tam 16 kg aldım. Hamileliğe 49.5 kg başlamıştım ve aldığım kilo gayet normaldi. Hatta altıncı aya kadar kimse benim hamile olduğumu anlamadı diyebilirim. Hamilelikten önce düzenli spor yapma alışkanlığım vardı. Pilates bu dönemde çok işime yaradı. İşin içinde olan bir uzman olarak hamile bir diyetisyen olmanın zorluklarını da yaşadım açıkçası. Çünkü gıdaların nasıl hazırlandığını, içeriğinde hangi maddeler olduğunu, yediğinizde ne olacağını biliyorsunuz. Bunun bebeğe olan etkilerini de bildiğim için fazladan özen gösterdim. Hamile danışanlarıma önerdiğim ama yapamadığım tek konu sık sık beslenme oldu. Ben toplamda dört ya da beş öğünde kendimi iyi hissettim, daha fazla öğüne ihtiyaç duymadım. Bundan dolayı da bu dönemden sonraki zamanlarda hamile danışanlarıma ‘sık sık yemelisiniz’ cümlesini hiç kurmadım diyebilirim. Zaten sağlıklı beslenmede herkes kendi serüveninin baş kahramanı oluyor.

Çocuğunuz abur cuburlarla tanıştı mı?

Tanışmadı dersem büyük bir yalan söylemiş olurum. Kerem ilk olarak çikolata ile tanıştı. Ben onu abur cubur sınıfına koyan bir diyetisyen değilim. Ama gofret ve şekerleme vermiyorum. Sütlü veya bitter çikolatayı, sade olacak şekilde haftanın belirli günlerinde tüketiyor. Sonuçta onun da arada kaçamak yapmaya hakkı var değil mi? Bir gıdayı yasaklamanın aileler için doğru bir strateji olduğuna kesinlikle inanmıyorum. Bu oyunda kazanan maalesef her zaman çocuklar oluyor. Onlar bir yolunu bulup sizden gizli de olsa tüketiyor.

Çocuğunuzun sevmediği sağlıklı gıdaları nasıl yediriyorsunuz?

Kerem balığı sevmiyor. Ben de yedirmek için asla zorlamıyorum. Omega 3 alması için haftada üç kere balık yağı şurubu veriyorum. Besin olarak da ceviz ve semizotunu yemeklerin içinde kullanıyorum. Onun dışında brokoli sevmez ve kışın yemesi için geceleri dua ediyordum. Ama onu da çözdüm. Brokoliyi sütlü çorba şeklinde içirdim, adına da yeşil süt dedim. Gerçekten içti, bayılmadı ama beni de kırmadı. Kerem genel anlamda yemek seçen bir çocuk olmadığı için fazla problem yaşamıyoruz. Bu konuda sanırım babaannesi bir teşekkürü hak ediyor. Ben çalışan bir anne olduğum için gün içindeki beslenmesinden kendisi sorumlu… Kerem’e sulu yemeği o sevdirdi.

Beslenme konusunda siz de birçok anne gibi takıntılı davranışlar sergiliyor musunuz?

Anne olarak en sevdiğim özelliğim sanırım takıntısız olmam. Şunu fark ettim rahat annelerin çocukları daha mutlu ve gelişimleri daha sağlıklı ilerliyor. Çünkü takıntılı olmak beraberinde negatif bir enerji ve olumsuz stresli davranışları da getiriyor. Çocuğunuz bir alıcı gibi en ufak duygu kırıntılarını bile hissediyor. Onun ileride daha mutlu ve sağlıklı olması için sanırım takıntılardan uzaklaşmak gerekiyor.

Onun beslenmesi ile ilgili diğer aile fertleriyle anlaşmazlıklar yaşadınız mı?

Bu konuda anlaşmazlık yaşamıyoruz çünkü evimizde bu anlamda ortak bir dil benimsedik. Herkes o gün evde ne piştiyse onu yemek durumunda… Kerem’in de lüksü yok. Yemezse aç kalacağını bilir. Ona ayrı yemek pişirilmez.

Serap Melek Kılıç

Pedagog

“Ona doğru müdahaleyi yaparak susturabilmem gerekiyormuş gibi hissederdim. Eşim bir gün bana, ‘Sen Bilge’nin annesisin, pedagogu değil. Sakin ol ve bu durumun ne kadar olağan olduğunu görmeye çalış’ dedi.”



Mesleki olarak birçok aileye yardımcı olduktan sonra çocuk yetiştirmenin pratiği sizi şaşırttı mı?

Bir pedagog olarak çevremden aldığım mesajlar nerede, ne yapmam gerektiğini, hangi problemle nasıl başa çıkabileceğimi bildiğim ve kolaylıkla hayata geçirebileceğim yönündeydi. Doğrusunu isterseniz ben böyle olmayacağını zaten biliyordum. Bu konuda ilk yüzleşmemi, kızımın diş ağrısı kaynaklı ağlamaları başladığında yaşadım. Ona doğru müdahaleyi yaparak susturabilmem gerekiyormuş gibi hissederdim. Eşim bir gün bana, “Sen Bilge’nin annesisin, pedagogu değil. Sakin ol ve bu durumun ne kadar olağan olduğunu görmeye çalış” dedi. İşim ve annelik rolüm arasındaki karışıklığı çözmek konusunda büyük bir adımdı. Zaman zaman yine sıkışmış hissettiğimde aklıma bu anahtar cümle gelir.

Anneliğe hazırlanabildiniz mi?

Zeynep Bilge, evliliğimizin üçüncü yılında eşimle ‘artık hazırız, anne-baba olmak için daha ne bekliyoruz?’ diyerek dünyaya getirdiğimiz bir bebekti. Doğum için müthiş sakin gittiğim ameliyathanede heyecandan yükselen tansiyonumdan dolayı uyutularak doğumu tamamlamak zorunda kaldım. 7 Haziran 2013 saat 08:50’ye kadar her şey kontrolümde sanırken saat 09:00’da yanağıma yumuşacık ve titrek bir ten temas etti. O an fark ettim ki yaptığım hazırlıkların hepsi onunla tanışmadan önceymiş ve onunla tanıştıktan sonrası hayal bile edilemeyecek kadar farklı ama bir o kadar da güzel bir duyguymuş.

Ağlama krizleriyle, tutturmalarıyla nasıl başa çıkıyorsunuz?

Her anne-baba gibi biz de kızımızın özgüveni, sorumluluk duygusu, sosyal becerileri gelişsin istiyoruz fakat onun adına kararlar verme, nerede nasıl davranacağını dikte etme, yoğun sınırlamalar, tercihlerini sıkça sorgulama sonrası öfke nöbetleri ve ağlama krizleri kaçınılmaz oluyor. Böyle durumlarda Bilge’nin ‘neden ağlama krizine tutulduğunu’ değil de, ‘onu öfkelendirecek ne yaptım acaba’yı düşünerek işe koyuluyorum ve her defasında onun beklentilerinin aksinde birşeyi ona dikte ettiğimi veya muhtelif bir rahatsızlık durumu içinde olduğunu görüyorum. Telafi etmek içinse onu ortak noktada buluşmaya davet ediyorum.

İki yaş sendromunu nasıl geçiriyorsunuz?

Kızım şu an tam iki yaşında ve hem benmerkezci olduğu hem de dış dünyayı keşfe çıktığı bu dönemde, kendini farkında olmadan çokça tehlikeyle yüz yüze getiriyor. Biz de ebeveyn olarak eskisinden çok daha fazla sınırlama ve zorlayıcı davranışlarla karşısına çıkıyoruz ve çatışma kaçınılmaz oluyor. Bu gibi durumlarda onu anlamaya çalışıp istediği şeyi makul sınırlar çerçevesinde yapmasına ve bunu yaparken kontrolümde olmasına izin veriyorum.

Kızınızı nasıl uyutuyorsunuz? Kucakta mı, yatakta mı?

Bebekler hamilelik itibarıyla anneleriyle aralarında güvenli bir bağ oluşturmaya yönelik yaşantı biriktirirler. Diğer tüm ihtiyaçlarında olduğu gibi bu konuda da yalnız bırakılarak mutsuz bir biçimde uykuya dalmalarını sağlıklı bulmuyorum. Evet, sistemli ve ısrarcı olursanız bir şekilde alışır ama ne kadar mutlu ve iyi hisseder bilemem. En azından bebeklik dönemi bitene kadar, uyurken yanında olmak, güven içinde ve mutlu bir biçimde uykuya dalmasını sağlamak en doğrusu diye düşünüyorum.Röportaj: Aslıhan Sever

Fotoğraf: Ozan Kutsal

Dr. Duygu Gür Ünal

Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı

“Elime gelen ıslaklığın ter değil de beş gündür yapmadığı kakası olduğunu görünce bütün ev halkı kalkıp bayram etmiştik.”

Anne olduktan sonra, ‘Bu iş kolay değilmiş’ dediğiniz ilk an hangisiydi?

28 haftalık gebeliğimde poliklinikte hasta bakarken suyum geldi. Bu nedenle bir süre için hastanede, doğuma kadar da evde yatmak zorunda kaldım. Efe Can daha doğmadan beni korkutmayı başardı. Neyse ki normal doğum zamanı gelinceye kadar durdu. Doğduktan sonra da her anne gibi bende de bir bocalama dönemi oldu. Avantajım bebeklere alışkın olmaktı.

Bebeklik döneminde sizi en çok zorlayan sorun ne oldu?

Bebekle aramda ruh uyuşmazlığı vardı. Doğum sonrasında sarılık bir ay kadar devam ettiği için en az 3-4 kez kan tahlilleri yapıldı. Küçük bebeğinin delik deşik olduğunu görmek insanı biraz üzüyor. Kritik dönem olan ilk bir haftayı geçince bu sefer de kaka yapamamaya başladı. Çoğu hastamda gördüğüm ve bir süre sonra geçeceğini bildiğim bu durum için bu sefer de ben “Acaba makat bölgesinde doğuştan bir kitle mi var?” gibi nadir görülen birçok olasılığı düşünüp ağladım. Rahat kaka yapsın diye günde iki veya üç kez oturma banyosu yaptırdım, Arnavut kaldırımlı yollar arayıp bebeğimi pusetle oralarda gezdirdim, masajlar yaptım. Bir gece yazlıktaydık. Oğlumu gece karanlıkta emzirirken elime bir ıslaklık geldi. Ne kadar terlemiş diye düşündüm. Islaklığın ter değil de beş gündür yapmadığı kakası olduğunu görünce bütün ev halkı kalkıp bayram etmiştik. Neyse ki bütün bu durumlarda objektif bakabilen ve doktor olmayan bir eşim var. Onun için doktor ne derse odur. “Sen hastalarına böyle bir durumda ne diyorsan odur” diyerek her zaman sakinleştirir beni. İyi ki o var.

İlk kez ateşlendiğinde ne yaptınız?

Sanırım sekiz ya da dokuz aylıktı. Sıcak geldi ama konduramadım. Ateşine baktığımda 37’lerdeydi ve ortamın sıcaklığına ve giydiklerinin kalın olmasına bağladım ama soymama rağmen ateşi yükselip halsizleşince ateşlendiğini fark ettim. Özellikle bir yaşın altındaki bebeklerde ateş konusunda dikkatli olmak gerektiğini ve risklerini bilmek insanı korkutuyor. Paniğe kapılmadım ama ‘korkmadım’ diyemem. Neyse ki çabucak iyileşti ama iki gece uyumadığımı hatırlıyorum.

Doktor bir anne, çocuğu hastalandığında neler hissediyor?

Bebekken hastaneden bebeğe mikrop götürmemek için eve girer girmez banyo yapıp, üzerimdekileri değiştirip, gargara yaptığımı hatırlarım. İlk hastalıklarında ‘Acaba ben mi taşıdım?’ diye çok düşündüm. Ama sonra alışıyorsunuz.Bu iyi niyetlerime rağmen üç kez yüksek ateş nedeniyle hastaneye yattık. Birinde altı gün kaldık ki benim için gerçekten çok travmatikti. Sormadan söyleyeyim; her seferinde oğlumu güvendiğim bir doktora teslim ettim ve olabildiğince karışmamaya, müdahale etmemeye çalıştım. Altı yaşına gelinceye kadar da en az 15 kere orta kulak iltihabı olmuştur. Doktor çocuğu diye daha az hasta olmuyor.

Hastalanmasın diye fark etmeden yapılan, aşırı titizlik ve sırta havlu koymak gibi önlemleriniz oldu mu?

Olmaz mı? Başta rahat büyüteceğim diye başlıyorsunuz, bakıyorsunuz ki sizin çocuğunuz diğerlerinden farklı, buluttan nem kapıyor, daha dikkatli olmaya başlıyorsunuz. Sıcak mı, soğuk mu? Esiyor mu? Terli mi? Hep bunlar dolaşıyor kafanızda… Daha geç hasta olsun diye oğlum üç buçuk yaşında kreşe başladı. O döneme kadar evde bakıldı. En çok ne zaman anne-babalarla empati kurmaya başladınız? Bebek doğar doğmaz. Hayatınız bir anda o kadar farklı oluyor ki… Küçücük bebek bir anda sizi parmağında oynatıyor.



Aşılarla ilgili bazı spekülasyonlar var. Siz ne düşünüyorsunuz? 


Asistanlığım sırasında suçiçeğinin komplikasyonlarından vefat eden hasta görmüştüm. Suçiçeği gibi basit ve herkesin sorunsuz geçirdiğini düşündüğümüz hastalıktan bir çocuk neden kaybedilsin hiç anlamam. Aşıların hastalıklara karşı koruduğunu ve yapılması gerektiğini düşünüyorum. Daha iyisi olana kadar aşıya devam… Bebekken oğluma ben aşı yapmıyordum. Annesinin ona acı verdiğini düşünmesini istemedim. Güvendiğim bir arkadaşım aşılarını yaptı. Son dönemdeki aşılarını ben yapıyorum ama elim titremiyor değil.

Beslenmesinde yasaklar var mı?

Bilinçli bir çocuk ama yine de markette çikolata reyonundan geçerken defalarca “Anne çikolata zararlı değil mi?” deyip, kasaya geldiğimizde orada gördüğü çikolatayı alıp alamayacağımızı sorabiliyor. Sinemaya gittiğimiz bir gün mısır patlağının hiçbir işe yaramadığını, çok kötü koktuğunu söyledikten sonra mesajı almıştım. Anlamamış gibi “Evet oğlum haklısın” diyordum. Neredeyse bileti uzatıyorduk ki “Anne benim canım çok mısır istiyor” dedi. Sıradan çıkıp mısır aldık. Sinema boyunca mısır bacaklarının arasındaydı. Bana birer birer vermeye kıyabiliyordu. O gün acaba çok mu sıkıyorum diye çok düşündüm ama kurallar olmak zorunda… Yoksa o kadar çekici ve muzır şey var ki…

Özge Öngel Turan

Öğretmen

“Çocuğunuz olmadan önce konuşmak inanın çok kolay. Velilerime ‘çocuğunuzu erken yatırın, hayır demeyi bilin, belli kurallar koyun, her istediğini yapmayın, abur cubur yedirmeyin’ diye uyarıp duruyordum.”

Anne olmak kolay değilmiş dediğiniz ilk an ne oldu?

Annelik tabii ki zor. Sürekli gözünüz çocuğunuzun üstünde ve hep bir korku var, ‘çocuğum iyi mi?’ diye. Ben çocuğum ilk doğduğunda emzirmenin çok güzel olduğunu ve pratikte her şeye hazırlıklı olduğumu düşünmüştüm ama her gece iki saatte bir veya saat başı bebeğinizi emzirmeye başladığınızda, çocuğunuza bakmanın kolay olmadığını inanın ilk gün anlıyorsunuz.

Bir öğretmen olarak aileleri eleştirir miydiniz? Çocuk olmadan önce ‘ailelere karşı önyargılıymışım’ diye hiç düşündünüz mü?

Çocuğunuz olmadan önce konuşmak inanın çok kolay. Velilerime ‘çocuğunuzu erken yatırın, hayır demeyi bilin, belli kurallar koyun, her istediğini yapmayın, abur cubur yedirmeyin’ diye uyarıp duruyordum. Bazen eleştirilerim çok sert oluyordu. Hala söylüyorum ama kendi çocuğunuz olunca işler değişiyor… Anne içgüdüsüyle çocuğunuzun bir bakışı, güzel bir sözü bütün kuralları alt üst edebiliyor. “Canım annem, seni çok seviyorum” dediğinde kural neydi diye düşünüyorsunuz. Velilerimi inanın şimdi daha iyi anlıyorum.

Öğretmenlerinden çocuğunuzla ilgili nasıl geri bildirimler geliyor? Kendi verdiğiniz önerilere benzetiyor musunuz?

Öğretmenimiz çok anlayışlı ve sevecen. Ali Çınar, çok hareketli bir çocuktur. Öğretmenimizin oğlum hakkında neler diyebileceğini tahmin edebiliyorum. Öğretmenimiz de “Genellikle çok konuşkan ve hareketli. Bazen sınıf düzenini bozduğu oluyor” diyor. Ne diyelim, terzi kendi söküğünü dikemezmiş ama oğlum için öğretmenimizin koyduğu kurallara mutlaka uymak çok önemli. Onun bir dediğini iki etmiyoruz.

Çocuğunuza öğretmenlik yapmak neden zor?

Daha çok duygular işin içine giriyor. Gerekli yönlendirme ve kuralları koyabilmek için daha otoriter olmak gerekiyor. Fakat bazı noktalarda işin içine annelik giriyor ve yumuşuyorsunuz. Otorite kaybı nedeniyle çocuğunuza öğretmenlik yapmak zorlaşıyor. Çünkü çocuğunuz sizi anne olarak görüyor.

Anne olduktan sonra taviz verilmemesi gerektiğini düşündüğünüz konularda, siz taviz verdiniz mi?

Tabii ki… Çok abur cubur yediğinde “İki gün sana bir şey yok” diyoruz ama ikinci gün mutlaka bir kaçamak oluyor. Bisiklet sürmeyi çok seviyor. Odasını toplamakta çok direndiği bir gün, “Bir hafta bisiklet süremezsin” dedik ama o kadar çok şirinlik yapıp özür diledi ki sonuçta dördüncü gün bisiklete binmesine izin verdik. Çok dirayetliyiz yani!

Çocuk yetiştirmeyleilgili hem anne hem öğretmen olarak söyleyebileceğiniz çarpıcı bir gözlem veya deneyim var mı?

Birinci sınıfı okuturken derste çok esneyen bir öğrencim vardı. Neden esnediğini sordum. O da anne ve babasını uyutup, gece tablette oyun oynadığını söyledi. Hem de sabaha kadar… Şoke oldum. Çocuklar çok iyi niyetli ve masumlar. Gelip bunu öğretmenine söylüyor. Anne ve babayı aradım ertesi gün, okula davet ettim ve bu konu hakkında konuştuk. Anne ve baba o kadar şaşırdı ki… Neredeyse iki dakika birbirlerine baktılar. Çok tepki vermeden, “Tableti hayatınızdan çıkarmalısınız” dedim. O gece anne ve baba uyumaya odalarına gitmişler. Bir saat sonra sessizce kalkıp odaya gidiyorlar ve tablette oynayan çocuklarını görüyorlar. Hiçbir şey demeden ellerini uzatıp alıyorlar ve yatağa dönüyorlar. Bir ay hiç tablet verilmedi ve daha sonra hafta sonları sadece yarım saat oynamaya başladı, hiç itiraz da etmedi. Demek istediğim; bazen sessizlik daha etkili oluyor. “Çocuğunuz olmadan önce konuşmak inanın çok kolay. Velilerime ‘çocuğunuzu erken yatırın, hayır demeyi bilin, belli kurallar koyun, her istediğini yapmayın, abur cubur yedirmeyin’ diye uyarıp duruyordum.”

Başa dön tuşu