Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oğuz Erkan Berksun, obsesif kompulsif bozukluğun (OKB) kadınlarda yaşam boyu görülme oranının yüzde 2-3 olduğunu, doğum sonrasında ise yüzde 5’e çıktığını söyledi.
Berksun, doğum sonrasının psikiyatrik hastalıklar için riskli olduğunu belirterek, pek çok hastalığın ortaya çıkma hızının bu dönemde arttığını anlattı. Gebelik ve sonrasında başlayan ruhsal hastalıklar arasında OKB’nin özel yer tuttuğuna dikkati çeken Berksun, şöyle konuştu:
“OKB başlangıcı olarak ilk çocuğunun doğumunu gösteren kadın sayısı oldukça fazladır. Araştırmalarda OKB’li kadınların yaklaşık yüzde 40’ı hastalıklarının doğum sonrası başladığını bildirmişlerdir. Gebelik esnasında bulaşma ve temizlik obsesyonları sıkken, doğumdan sonra bebeğe zarar geleceği düşüncesi, bebeğe zarar verme obsesyonları ve fobik kaçınmalar sık izlenir. Genellikle doğumdan sonraki birkaç hafta içinde hızlı başlangıç yapan belirtiler, bebekle ilgili anneyi yoğun strese sokar. Bebeğe iyi bakamama, ya da kendisi
zarar verecekmiş gibi düşüncelere kapılan anne, yoğun suçluluk ve yetersizlik hisseder.
Çoğu zaman bu düşünce kendilerine de çok yabancı gelir, utanır ve aile bireylerine anlatamazlar. Yavaş yavaş anne içe kapanır. Bebeğe verebileceği zararı önlemek için çocukla yalnız kalmamaya ve uzaklaşmaya başlar.”
Doğumdan sonra erkeklerde de görülebiliyor
“Obsesif kompulsif bozukluğun kadınlarda yaşam boyu görülme oranı yüzde 2-3 iken, doğum sonrası dönemde bu oran yüzde 5’e çıkar” diyen Berksun, nadir bildirilen olgularda eşinin doğumundan sonra erkeklerde de OKB’nin başlayabileceğini anlattı.
Berksun, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bu bildirilen olgularda obsesyonlar eşine ve bebeğe zarar vermeyle ilişkilidir. Her ne kadar erkek doğum yapmamış olsa da hastalık içeriğinin benziyor olması dikkat çekicidir. Kadınlarda doğumdan sonraki hızlı başlangıç, doğumla bir anda değişen steroidler, östrojen ve progesteron düzeylerinin ‘serotonin’ adı verilen beyin kimyasalının çalışmasında bozukluğa yol açmasıyla ilişkilendirilmiştir.”
OKB tedavisinde en etkili yöntemin serotonin dengesini düzenleyen ilaçlarla bilişsel davranışçı terapi olduğuna işaret eden Berksun, terapide hastaların kaygı duydukları duruma kontrollü ve kademeli maruz bırakıldıklarını ve kaçınmalarının engellendiği bilgisini paylaştı.
Berksun, şunları kaydetti:
“Bebeğimi keserim’ diye mutfak çekmecesine ve bıçaklara yaklaşamayan kadının bıçakla yavaş yavaş temasının sağlanması gibi.. Anne ve çocuk bağı yeniden kurulur. Eğer anne bebekle yalnız kalmak istemediği için eve yerleşen aile büyüğü varsa ya da eşi çalışmayı bırakmışsa, aileye eğitim verilerek bu durum engellenir. İlaç tedavileri etkilidir ancak özel sorun emzirmedir. Anne, emzirdiği için ilaç kullanmak istemeyecektir fakat anne tedavi almadığında stres sebebiyle sütünün kesilmesi ya da kalitesizleşmesi, bebeğe hastalık sebebiyle iyi bakım verememesi, anne-çocuk bağının kurulamaması gibi sorunlar, anne sütü alamamaktan daha ciddi problemlere yol açar.
Manyetik uyarım tedavisi gibi bazı yeni yöntemler, emzirmeye engel olmamaları sebebiyle denenebilir.”
(AA)