Yatağa gelmesine izin verince her istediğini yapmış oluyorum ve ondan sonra şımarık bir çocuk ortaya çıkıyor sanıyorlar. İşte burada ‘sınır koyma’ devreye giriyor. Örneğin bir sorun olduğunda, özellikle de ilk altı yılda, çocuklar sağ beyinde oldukları, sol beyinleri ise henüz inşa halinde olduğu için duygu taşmaları yaşıyor. Biz de bazen o duygu ile nasıl başa çıkacağımızı bilmediğimiz için istediklerine ‘peki tamam’ demeye başlıyoruz. O zaman çocuğun bilinçaltı, ‘benim duygularım o kadar güçlü, o kadar güçlü ki bana hayır diyemiyorlar.’ İşte böyle yaparak onları şımarık ve başa çıkılması zor çocuklar haline getiriyoruz. O çocuk, aslında çok hassas çünkü duyguları ile nasıl baş edeceğini bilmiyor. Onun duygularına izin vermek gerekiyor. O aslında şımarık olduğu veya anne babasını suistimal etmek için öyle davranmıyor, duyguları ile başa çıkamadığı için öyle davranıyor.
Bu duygu taşmalarına bir örnek verebilir misiniz?
Tabii… En sık rastladığımız olaylardan biri çocuğun oyuncak istemesi… Çocuk o sırada oyuncağı gerçekten istiyor. Ancak bir şey istediği zaman onu kendi içinde yönetecek sistemi henüz yok. Biz yetişkinler bile bazen bu isteklerimize karşı çıkabilmek için sol beynimizden ‘şu an bütçen müsait değil, buna para harcayamazsın’ diye destek alıyoruz.
Alamayanlar da var… Oysa çocuğun böyle bir sistemi yok. Öncelikle çocuğun bu isteğinin normal olduğunun anlaşılması gerekiyor. Empati kurabilmek çok önemli. Annesi oyuncağı alamayacağını söylediğinde ne yapacağını bilemiyor, duygularının taşmasını durduramıyor. O sırada anne de “Bunun için ağlanır mı, ne biçim çocuk oldun?” gibi sözler söyledikçe içindeki duyguların anormal olduğunu düşünüp daha da perişan hale geliyor. Oysa bu duygunun akıp çıkmasına yardım etmek gerekiyor.
Bunu nasıl başaracağız?
‘Evet, biliyorum, o oyuncağı istiyorsun, onunla oynamak istiyorsun. Benim hayır demem şu an senin için zor. Seni anlıyorum’ gibi cümleleri, gerçekten empati kurarak, samimiyetle söylemek gerekiyor. İşte çocuk o zaman karşısındaki tarafından anlaşıldığını hissediyor. O an bazen daha da dibe vurabiliyor ama o duygunun tamamen dışa vurmasına izin
vermek gerekiyor. Sadece konuşmak da değil, onun boy hizasında göz teması ile durmak, beden diliyle ifade etmek de bir yol. Duyguların akmasına izin verdikten bir
süre sonra çocuk rahatlıyor ve örneğin ‘hadi anne parka gidelim’ deyiveriyor. Zamanla da çocuk kendi duygularını yönetmeyi öğrenmeye başlıyor. Mutlu olduğunda sevincini inanılmaz şekilde gösterirken, öfkelendiğinde de aynı şekilde gösteriyor. Ancak insanlar mutluyken rahatsız olmuyor da öfkeliyken rahatsız oluyor. Öfkeli bir çocuğa ‘evet,
öfkelisin, bu senin için kolay değil. Gel beraber duvarı itelim, bağıralım’ deyince çocuk biliyor ki zor anlarda insanlar ona yardımcı olabilir. Oysa ‘kızacak ne var?’ denildiğinde
çocuğa, senin duygularında bir gariplik var mesajı veriliyor. Ebeveynleri tarafından bu şekilde itilen çocuklar yetişkinlikte bir sıkıntısı olduğunda, bir arkadaşına telefon açmak yerine kendi kendine kalarak, içkiyle, sigarayla ya da başka şeylerden yardım alarak sıkıntısıyla başa çıkmaya çalışıyor. Çünkü böyle bir durumda birine gitmek tehlikeli ve canını acıtabilir diye düşünüyor. İyi haber ise; bu bilinçaltı kalıplarını temizlemek için bir terapist şart değil. Onu gerçekten seven, anlayan, şartsız iletişimde olan birisiyle de bu olumsuz kalıplar temizlenebiliyor.
Yazı: Yaprak Çetinkaya
Bugüne kadar anne-baba olma deneyimi yaşadıysanız, zaman zaman çocuğunuza olması gerektiği (!) gibi davranıp diğer yandan vicdan azabı çekmiş olabilirsiniz. Henüz bu deneyimleri tatmadıysanız halen kitaplarda anlatılan davranış modellerinin yüzde yüz işe yarayacağınıumut ediyorsunuz. Ne yazık ki çocuklarla ilişkiler çoğunlukla kitapların vadettiği gibi olmuyor. Ebeveynler bir yandan kitapların dediklerini uygulamaya çalışırken diğer yandan içlerinden geleni yapmaya başlıyor. Bu tutarsız davranışlar ise ne onlara iyi
geliyor, ne de çocuğa…
Temelleri 1970’li yıllarda ABD’de atılan ‘Attachment Parenting’ yaklaşımı çocuğu katı kurallar altında büyütmek yerine, onun kişisel ihtiyaçlarına kalbimizi ve aklımızı açarak ebeveynlik yapmayı öneriyor. Batı dünyasının bebeği şımartma korkusuyla onu hazır olmadan bağımsız olmaya zorladığını öne süren Attachment Parenting uzmanları, bu zorlama çabaların ebeveynler ile bebek arasında güvenli bağ kurmayı engellediğini savunuyor. Peki bu zamana kadar yanlış mı yaptık? Doğal ebeveyn olmak için eğitim almamız mı gerekiyor? ABD’den altı yıl önce dönen ve Attachment Parenting kavramını ‘Doğal Ebeveynlik’ olarak dilimize çeviren Pedagog Nilüfer Devecigil’e aklımıza takılanları sorduk.
Doğal Ebeveynlik ne anlama geliyor?
Burada esas olan bizim bebeğimizle, bebeğimizin de bizimle güvenli bir bağ kurması… Bağlanmanın önemi bilimsel olarak da kanıtlandı ancak bu konu hep psikologlar arasında
kalıyor, halk tarafından yeterince bilinmiyor. Oysa güvenli bağlanma genetik bir durum değil, başka bir yerden gelmiyor, sadece anne-baba ve çocuk ilişkisiyle ilgili… Çocuğun
ebeveynleri ile nasıl bir bağ kurduğu hayatı boyunca arkadaş, sevgili, eş gibi herkesle tüm ilişkilerini etkiliyor. ABD’de 1970’li yıllarda bir grup ebeveyn, bağlanmalı bir ebeveynlik için organizasyon kurarak, “Güvenli bağlanmanın olması için bebeğin ağlamalarına güvenmemiz gerekiyor. Onların ağlamaları bize bir şey söylüyor” dediler. Bu organizasyon zamanla
‘Doğal ebeveynlik nedir, bunun için neler yapmak gerekiyor?’ gibi sorular üzerinde yoğunlaştı. Bugün ABD’de birçok pedagog bu yaklaşımla çalışıyor. Ben de Türkiye’ye döndükten sonra bunu duyurabilmek için ‘Doğal Ebeveynlik’ ifadesini kullanmaya başladım.
Neden doğal?
Çünkü çocuğumuzla bağ kurmak, ağladığında onu kucağımıza almak, onun gönderdiği sinyallere cevap vermek bizim doğamızda var. Önemli olan içgüdülerimiz ile tetiklenmelerimizi birbirine karıştırmamak… Ben bebekken ağladığımda yalnız bırakıldıysam, yan odada ağlatıldıysam, bebeğim ağladığında ya ‘aman Allahım, onu yalnız bırakmamalıyım’ düşüncesi ile bebeği bir saniye bile bir başkasına bırakamayacak hale geliyorum. Ya da bebeğimin ağlaması beni öğle sinirlendiriyor ki onu fırlatayım atayım ya da başka biri baksın istiyorum. Bunlar içgüdüler değil benim kendi tetiklenmelerim… Bu tetiklenmeler temizlendikçe içgüdülerimi daha iyi duyar hale geliyorum. İçsel seslerimi duymaya başlayınca ise zaten tek yapmam gereken onları izlemek. Oysa sadece davranış odaklı yaklaşımlarda, ‘Akşam odana gelirse şöyle yap, sabah şöyle yaparsa böyle de’ gibi reçeteler var ve bunlar, çocuğun duygularını anlamaya değil, tamamen davranışa yönelik.
Doğal ebeveynlik için önce anne-babanın mı eğitilmesi gerekiyor?
Anne-babanın farkındalığı arttıkça doğal ebeveyn olma hali de artıyor. Bebek ağladığında içimde ateş basması oluyorsa; bunun bebekle değil, benimle ilgili olduğunu anladıkça, kendimin farkına vardıkça “sen beni üzüyorsun, her şey senin yüzünden’ gibi cümlelerle sinirimi atmıyorum. İnsanlar eşleri ya da sevgilileri ile böyle durumlar yaşadıklarında
ilişkiyi bitirip kaçabiliyorlar. Ancak çocuktan kaçacak bir yer yok ve mecburen kendi tetiklenmelerin ile çalışman gerekiyor. Çocuğunla güvenli bağlanma istiyorsan, ayakları üzerinde durabilen, sağlıklı bir çocuk yetiştirmek istiyorsan içindeki küçük parçalara yeniden annelik-babalık yapman gerekiyor. Çünkü senin çocukluğunda yaşadığın en zor dönemleri, kendi çocuğun aynı yaşlara geldiğinde tekrar yaşıyorsun. Bunların temizlenmesi için iki günlük eğitimlerimiz oluyor. Ancak yardım yolu her zaman terapi değil. Yoga,
spor yapmak, seni kalpten anlayan biriyle sohbet etmek, kitaplar okumak da olabilir. Şimdi bu yazıyı okuyan biri de belki kendi hayatıyla ilgili bir şey fark edecek ve o farkındalık yeni bir kapı açacak.
Doğal ebeveynlerin çocukları nasıl yetişkinler oluyor?
İlişkinin içinde sorun çözebilirim mantığına sahip oluyorlar. Gerektiğinde yalnız, gerektiğinde ilişkide kalabiliyorlar. Sol ve sağ beyni bir arada kullanabiliyorlar. Hayat bir sürü
stresle dolu ve bu zor zamanlarda stresi yönetebilir hale geliyorlar. Böyle yetişen çocukların hangi okula gittiği gibi konuların artık pek önemi kalmıyor.
Doğal ebeveyn olmak için çocukla beraber yatmak şart mı?
Çocuğun ihtiyaçlarını dinlemek önemli… Çocuğun nerede yatacağı sizin yaşam tarzınız ve eşinizle alacağınız ortak kararla ilgili bir konu. Çocuğunuzun kendi odasında yatmasına
ortaklaşa karar verdiyseniz zaten öyle olmalı. Eğer her ağladığında kalkıp yanına gitmekten kaçınmıyorsanız başka odada yatması sorun değil. Ancak ihtiyacı olduğunda
onu reddetmek, yatağına ya da kucağına alırsan alışır, şımarır diye düşünmemek gerekiyor. Karyolada tek başına bırakıp eline battaniye vermek ya da tavandan sarkan oyuncakla baş başa bırakmanın bence bebeğe hiçbir faydası yok. Oysa beynin gelişmesi için iki tarafının da ilişkide olması, bunun için de iletişim ve ilişki olması lazım. Bebek sinyal verdikçe, anne de onu anlayıp yanıt verdikçe anne ile bebeğin dansı başlıyor. Bebek, ‘burası güvenilir bir dünya. İhtiyaçlarım karşılanıyor’ düşüncekalıpları ile hayata başlıyor.
Her ağladığında emzirmek doğal bir davranış mı?
Şuna dikkat etmek lazım; kendini her kötü hissettiğinde ağzına meme, biberon, emzik koyuldu mu? Çünkü bu sefer de duygusunu dışa atma sistemi ile oynamış oluyoruz. Her ağladığında emzirmek doğru değil. Neden ağlıyor, karnı mı aç, altı mı kirli? İhtiyacını doğru anlamak gerekiyor. Öyle zamanlar oluyor ki ne yaparsan yap duygusal bir ağlama
sürüyor. O gün hava değişimi olmuş olabilir, bakımını başkası yapmış olabilir. O anlarda ağlamayı kesmek için memeyi verdiğimiz zaman meme bağımlılığına yol açıyoruz.
Onun yerine kucakta göz teması ile ‘evet ağlayabilirsin. Evet, güzel bir gün geçirmedik. Anne şimdi yanında’ diye konuştuğunuzda bir süre sonra ağlaması bitiyor ve
hayatına devam ediyor. Öte yandan sinyalleri dinlenmeyen bebek ise bir süre sonra nasılsa dinlenmiyorum diyerek ağlamamaya başlıyor. Nereye koyarsan koy duran, çok
uslu bir bebek oluyor.