Yazı: Deniz Çakmakçı
Biri yedi, diğeri dört yaşında olan iki kızım var; Ekin Mey ve Ilgaz Emek. Hayat nasıl derseniz, sevgi, şenlik, eğlence, mutluluk elbette sonsuz. Büyük kızım, küçüğe göre daha zor bir karakter. Biri ne kadar negatifse diğeri o kadar pozitif. Onları kısaca şöyle anlatabilirim; biri uyandığında “Günaydın!” diyerek gülücük saçarken, diğeri “Günaymadın!” diyerek yorganı kafasına geri geçiriyor.
İki çocukla bir hayat sürmenin tek çocuklu olmaya göre bence birçok avantajı var. Hele de benimkiler gibi birlikte çok güzel vakit geçiren iki kardeşlerse… Ancak dezavantajları da yok değil. En başta ‘çaktırmadan’ yaşanan kıskançlık krizleri sonrası benim yaşadığım ‘ne yapacağını bilmezlik’ hali geliyor. Bizdeki kıskançlık birbirlerine fiziksel zarar verme seviyesinde değil şükür ki ama üstesinden gelmesi oldukça zor ve insanı bir anda paniğe sürükleyen durumlar da yaşanmıyor değil.
Kıskançlık ilk belirtilerini hamileliğimde göstermeye başladı. Ekin Mey, kardeşine hamileliğim boyunca karnımın üstünde oturdu, orada yaşadı diyebilirim. Doğum yaptığımda, “Bebeğin ihtiyaçlarını göreceğim, onun dışındaki her an Ekin Mey’le ilgileneceğim” diyordum ancak ihtiyaçlarını görme esnasında dahi bana içli içli bakan kocaman iki zeytin gözle karşılaşıyordum. İlk bir yıl gerçekten oldukça zor geçti. Bir yanda bebek, diğer yanda gittikçe inatçı yönü ağır basan, hırçın bir kız çocuğu. Gerilen sinirlerim de buna eklenince zor bir dönem geçirdik.
Büyükler, hep ‘zaman’ dedi, ‘sabırlı ol’ dedi, ‘düzelecek’ dedi ve onlar her zamanki gibi haklıydı. Yaşamak, tecrübe edinmek başka bir hal. İçindeyken insan anlamıyor ama sonunda görüyorsunuz ki tecrübe doğru söylüyor.
Büyük krizlerin zamanı geçti. Ancak hala özellikle ben söz konusu olduğumda süren büyük bir çekişme var. Her ikisinde de ‘en’ hatta ‘tek’ sevilen olma yarışı tam gaz sürüyor.
Yemeğe çıktık diyelim, ‘annemin yanına ben oturacağım’ı kolayca çözüyoruz çünkü iki yanım var. Ancak uyku bastırınca ‘annemin kucağına ben oturacağım’ kısmı biraz sıkıntılı oluyor zira artık büyüdüler. ‘Ona yedirdin, bana da yedir. Onu sen giydirdin, beni de giydir. Onu üç kez öptün, beni de üç kez öp’… Bunlar çok sıradan, anlaşılır ve hatta gülümseten haller.
Benim bu çerçevede hakim olmakta asıl zorlandığım konu ise aslında olaylar karşısında verdiğim tepkiler.
Eşitlik derecesi ne olmalı?
Ya da bu tepkiler eşit olmalı mı?
Haksızlığa uğradığını düşündüğüme bir şey söylemezken, diğerine ne derece kızmalıyım?
Mesela; Emek elini hangi oyuna/oyuncağa atarsa Ekin Mey neyle ilgileniyorsa onu bırakıyor ve hızla aynı şey ile oynamaya başlıyor. Büyük olmaktan gelen üstünlüğünü kullanarak oyunun hakimi oluveriyor. Emek artık itişmeye, kendi hakkını savunmaya başladı ve gürültü kopuyor. Bağırış, çağırış, şikayet, çaktırmadan küçüğe atılan bir iki cimcik, küçüğün kendi gücüyle karşılık vermesi, gözyaşları, dram şeklinde sürüyor. O anda kendimi Emek’in oyununu bozduğu için Ekin Mey’i uyarırken bulduğumda, ikisini ayırt ediyor gibi olmayayım, onların gözünde birini kayırıyor görünmeyeyim, çocuklarımın içinde bir yara olmasın diye sevgide nasılsam kızgınlıkta da eşit olmaya çalışarak Emek’e de “Ablanla paylaşmalısın” şekilde söyleniyorum. Ama böyle sıralı işlemiyor, kısa süreli bir fırtına esiyor. Her şey kaosa dönüşüyor sanki o anda. Küçük olan mizacı gereği bir yolunu buluyor şirinlikle konuyu unutturup ilgiyi başka yere çekiyor ancak büyük kız tam bir gurur abidesi. O konu uzuyor, unutulmuyor ve hareketler sürdükçe de gerilim tırmanıyor.
İkisine eşit davranmaya çalışırken birine gereksiz yere çıkışıyorum veya sert mizacından, inadından ötürü bir diğerine daha az tahammüllü davranıyorum gibi hissediyorum zaman zaman. Yıllar sonra içlerinde bir yerlerde ‘annem bana gereksiz yere kızardı’ veya ‘annem sadece bana kızardı’ duygusunun oluşmasına sebep olmak da istemiyorum.
Eşitlik için çırpınmayın
Bu yaşadığım çıkmazı bir bilene danışmak istedim ve Uzman Klinik Psikolog Damla Ekmekçibaşı’nın kapısını çaldım. Bu durumu aynen kendisine anlattım. Damla Ekmekçibaşı, kardeş kıskançlığının annelerin en çok zorlandığı konuların başında geldiğini söyleyerek söze başladı. Bu eşit davranma telaşının sadece benim çabam olmadığını ancak bunun hayatın doğal akışı içinde de mümkün olamayacağını söyledi. Yani benimki nafile bir çabaymış. Burada sözü kendisine bırakıyorum: “Sizin gibi zaman zaman çocuklarına eşit davranmadığını düşünen birçok anne, içinde suçluluk duygusunu barındırıyor. İşte bu suçluluk duygusu ebeveynleri doğal ebeveynlikten uzaklaştırarak hep ‘olması gerektiği gibi’ bir anne-baba olmaya çalışmaya ve kendi içgüdülerinin dışında hareket etmesine neden oluyor. Bu da kimi zaman doğru davranışlarda bulunmak adına kısa vadede işe yarasa da uzun vadede doğru davranış ve tutumları uygulama çabasının içerisinde çıkmaza girmenize neden oluyor.
Kabullenin ve konuşun
Anne-babaların yapması gereken en önemli şey kabul etmektir. Kardeşlerin birbirini kıskanması, ebeveynlerin çocuklarına eşit davranamaması, kimi zaman ebeyenlerin yanlış davranışlarda bulunabilmesi, kardeşlerin de birbirleri hakkında olumsuz düşünceleri olabileceği gibi daha birçok konuda birinci öncelik ‘kabullenmek’, ikincisi ise her ne yaşanıyorsa bunu ‘konuşabilmek’tir. Mesela iki kızınız arasında bir olay yaşandı ve anne olarak bu olaya müdahale ettiniz. Bir çocuğunuza o andaki duygularınızla (unutmayın ki siz de insansınız ve her zaman kontrollü olamazsınız) daha adil davrandığınızı, diğerine ise çok yüklendiğinizi düşünüyorsunuz. Bu gibi durumlarda yanlış olduğunu düşündüğünüz davranışının ne olduğunu çocuğunuzla paylaşın. Böylece çocuğunuz da kendini ihmal edilmiş hissetmeyecektir ve ‘ileride bu bir iz olarak kalır mı’ endişesi de sizin zihninizi daha az kurcalayacaktır. Ayrıca anne-babanın duygularını kolayca ifade etmesi çocukların da duygu ve düşünceleri hakkında paylaşımlarda bulunmasına yardımcı olacaktır. Çocuklarınızı duygularını ifade etmesi için cesaretlendirmeniz, seçtiğiniz kelimelere ve/veya övgülere dikkat etmeniz, kendi hatalarınızın da olabileceğini kabul edip telafi etmeniz kısa vadede yaşadığınız sorunlarla başa çıkmanızda fayda sağlayacaktır.”
Kardeş kıskançlığının bana öğrettiği iletişim
İşin uzmanı Damla Ekmekçibaşı’nın yanından ayrıldığımda, bu tarz krizlerde eşit davranmak adına kendimi parçalamamaya, ‘konuşma’yı ve ‘anlatma’yı daha fazla hayatımıza sokmaya karar verdim. Eşit davranma çabasının beni uzun dönemde daha büyük bir çıkmaza sürükleyeceğini anladım. Yaşanan gerginlikleri çözmenin yolu, ortamı sakinleştirmek (bunun için en kolay yol konunun üstüne gitmektense konuyu değiştirmekmiş) ve sakinleştikten sonra da neyin, neden yanlış olduğunu onlara anlatmak. Yani yaş kaç olursa olsun, bilim insanları iletişim diyor. Her çağda, her yaşta ve her devirde anlaşmanın en kıymetli yolu iletişim. Herkese, öncelikle çocuklarıyla sonra tüm hayatla iletişim dolu günler diliyorum.