Yazı: Elif Girgin
Sanki gösteriler olmazsa olmazımız ama bu gösteriler üzerine ne kadar düşünüyoruz orası belirsiz. Çocuklar için olduğunu düşündüğümüz gösterilerin aslında çocukları edilgen kıldığını fark edemeyebiliyoruz. Onlara ne kazandırdığını ya da onlardan neler götürebileceğini düşünmüyoruz bile. Çocuklarımızın başarılarıyla gururlanmak istemek elbette anlaşılır bir konu. Ama bunun başka yolları olamaz mı? Gösteri izlemeye çalışırken birbirimizi ezmek, her anı kayıt altında tutmaya çalışırken anı yaşayamamak, ‘onun çocuğu neden önde duruyor da benimki arkada’ diye içlenmek… Bunlara gerçekten gerek var mı? Okul öncesi eğitim yöneticisi ve yaratıcı drama lideri Ö. Özlem Gökbulut ile gösterilerin çocukları nasıl etkilediğini ve okul-aile-çocuk üçgeninde nasıl daha verimli çalışmalar yapılabileceğini konuştuk.
Erken çocukluk döneminde 23 Nisan, okuma bayramı, yıl sonu gösterisi tarzı gösteriler yapılmalı mı?
Erken çocukluk döneminde (3-8 yaş) gerekçe ne olursa olsun ülkemizde yapıldığı biçimde gösteriler yapılmamalı. Geçtiğimiz ay Silikon Vadisi’nde Google anaokulu başta olmak üzere 3-4 okul öncesi kurumunu gezme, inceleme ve gözlem yapma olanağım oldu. Hiçbirinde gösteri yok! Bir yetişkinin karar verdiği ve çalıştırdığı/hazırladığı gösteri formatına göre düşünürsek ergenliğe hatta yetişkinliğe kadar gösteri yapılmamalı. Ancak çocukların bir ekip/takım çalışması ile kendi düşüncelerini ortaya koyup istedikleri tasarı-planlama ve uygulamayı yapabildikleri, yetişkinlerin sadece çocuklar ihtiyaç duyduğunda rehberlik ettiği bir süreç söz konusu olursa altı yaşından itibaren gösteri yapılabilir. Böylesi bir süreç sağlıklı olarak geçirilirse sonuç olan gösteri, sadece çıktı yani bir değerlendirme verisi olacaktır ve herhangi bir pedagojik sıkıntı yaratmayacaktır.
Gösteriler aileler için mi yapılıyor, çocuklar için mi, okul için mi? Sizce hangisi olmalı?
Gösteriler okulun reklamını yapmak amacıyla aileler için yapılıyor. Çocuklar burada sadece araç oluyorlar. Çocuklar üzerinden veliye gösterilen bu etkinliklerin, eğitim sürecinde yerinin olmadığını düşünüyorum. Elbette okul, aile ve çocuğun özne olduğu çalışmalar eğitim içerisinde olabildiğince yer almalı. Ama bu konuda seçenek kesinlikle gösteri olmamalı. Gösterilerde yer alan temel rollere baktığımızda izleyen (aile), izlenen (çocuk, dolaylı olarak okul), yöneten (okul/öğretmen), yönetilen (çocuk) rolleri karşımıza çıkıyor. Yani çocuk hep edilgen… Oysa herkesin eşit düzeyde aktif olacağı başka süreçler olmalı…
Gösterilerde çocuklar gerçekten eğleniyor mu, sıkılıyor mu, yoksa strese mi giriyorlar?
Çocuklar bireysel özelliklerine göre bu durumların hepsini yaşayabiliyorlar. Eğlenen de oluyor, sıkılan da, strese giren hatta altına kaçıran da. Olumsuz pek çok şeyi yaşayan çocuklar var. Gösterilerde çocukların hissettikleri duygular, genelleme yapacağımız, istisnaları göz ardı edebileceğimiz bir durum değil. Gösteri yapan grubun içinde sadece bir çocuk bile olumsuz duygulardan birini yaşıyorsa bu, gösteri yapmamak için yeterli bir sebeptir bence. Lokomotif düşünce ve eylemin ‘eğlendiren değil, eğlenen çocuklar’ olması gerektiğini düşünüyorum.
Gösterilerin çocuğa kazandırdıkları da yok mu?
Topluluk önünde sahneye çıkma, kendini ifade etme, sunum becerisi, ezberleme pratiği, taklit etme, gösterileni yapma gibi kazanımlar söz konusu elbette. Ancak bu aynı gösteride yer alan tüm çocuklar için söz konusu olmaz. Ayrıca çocukların bu kazanımlara ulaşmalarını sağlayacak pek çok seçenek var; risksiz, pedagojik ve okul öncesi kurumlarının esas sorumluluğu olan seçenekler. Söz gelimi portfolyo sunumları buna oldukça iyi bir seçenek. Yine okul öncesi eğitim programı içinde yer alan tüm etkinliklerle bu kazanımlara ulaşmak olanaklı.
“Bu tip gösterilerin çocuğu olumsuz etkilediği de oluyor” dediniz. Nedir bu olumsuz etkiler?
Kesinlikle her gösteri grubunda olumsuz etkilenen en az bir çocuk olur. Kendi tasarrufu dışında öğretmen/yetişkin tarafından dayatılan, genellikle en az birkaç ay süren tekrarlardan oluşan gösteri hazırlık sürecinin çocuğu olumlu etkilemesi beklenemez. Çocuk sıkılma ve isteksizlik sonucu o anda göstermesi beklenenin dışında disiplini bozacak davranışlar sergileyebilir. Sınıf yönetimi anlayışına göre, öğretmenin tutumu çocuğun hangi ölçüde olumsuz etkileneceğini ortaya koyar. Ayrıca sahnede rolünü unutma, komik duruma düştüğünü düşünme, yanlış yapma gibi durumlar çocukların ağlama, utanma, kaygılanma, altını ıslatma, kusma gibi tepkiler vermesine neden olur. Bu tepkiler geleceğe travmatik olarak taşınması olası tepkilerdir. Çocuklar adına yapılması gereken pek çok şey varken, bireyi merkeze alan eğitim yaklaşımlarında gösterinin hiçbir karşılığı yokken; hala gösteri yapan bir öğretmenin/kurumun eğitim meselesine oldukça geriden ve klişe baktığı rahatlıkla söylenebilir. Bir başka ifadeyle; özne olarak çocuğun bu bakış açısında hiçbir yeri ve önemi yoktur. Gösteri sürecini olumlu atlatan çocuklardan yola çıkarak yapılacak genellemelerle bu durum meşru ve sempatik hale getirilebilir ama bu bir aldatmacadır.
Gösteri sırasında rolünü unutan ama izleyenler tarafından komik bulunan, gülünen çocuklar neler hissediyor?
Hissettikleri en temel duygu ‘utanç’ oluyor. Utanmak bireyleri oldukça olumsuz etkileyen, hatta geleceklerini de etkileyen bir konu. Utanan çocuk, kendini değersiz ve başarısız hisseder. Değersizlik ve başarısızlık duygusunun çocuklardan neler götüreceği apaçık ortadayken vicdanların devre dışı kalması şaşırtıcıdır.
Peki, çocuklar rol dağılımında neler yaşıyor?
Eğitimin temel felsefesi, ‘her çocuğun özel bir birey olduğu’dur. Ancak gösteri söz konusu olduğunda bu bakış açısı elde olmayan nedenlerle yerle bir olur. Başrol, yardımcı roller ya da ön sıra, arka sıra gibi biçimsel nedenlerle çocukları ayırmaya başlarsınız. Ayrımcılık, her çocuğu psikolojik açıdan olumsuz etkileyecek bir durumdur. Yine öğretmenin ölçütlerine göre yetenekli olmayan, aslında kendini dans, müzik ya da rolle ifade etmeyen çocuk açısından hiçbir zaman önde olmak ya da başrol almak söz konusu olamaz. Yetenekli kabul edilen ise genellikle özgüveni gelişmiş ve kendini rahat ifade eden, egosu daha belirgin bir çocuktur. Gösteride ona yapılan pozitif ayrımcılık da onun sağlıklı kişilik gelişimine engel olur.
Eğitimde sıfır ceza, sıfır ödül olması gerektiğini düşünen biri olarak gönüllü olmayan çocuklara ödül ve cezayı kullanarak yapmak istemedikleri şeyleri yaptırmanın etik olmadığını ve kesinlikle yapılmaması gerektiğini düşünüyorum. Ödül ve ceza, çocuğun özdenetim, özsaygı, özgüven ve özbenlik algılarını doğrudan etkileyen yaklaşımlar… Çocuklarımızın sağlıklı bireyler olmasını istiyorsak onları asla zorlamamalıyız.
Dengeleri kurmak eğitmenin işi
Modern Dans Eğitmeni Serenay Oğuz da “Gösteri şart değil” diyor ve ekliyor:
“Aslında genelde velilerden talep geliyor. Gösterilerin avantajları da var, dezavantajları da. Dezavantajları çok fazla hedef odaklı olmaya başlamamız. Orada da dengeleri kurmak eğitimciye düşüyor. Gösteri yapıyoruz diye sadece gösteri odaklı bir çalışma sergilemek gerekmiyor. Bunu yapmamak eğitmenin elinde. Sadece kurallara bağlı kalmak gerekmiyor. Bazen çocuklara ‘Farklı hareketler bulabilirsiniz, güzel görünmek zorunda değilsiniz’ diyorum ve doğaçlama çalışıyoruz. Çünkü her birinin farklı bir bedeni var ve her biri farklı dans etmek istiyor. Şimdi ben hem bunu diyor hem de gösteriye hazırlanırken hepsinden aynı şeyi yapmalarını istiyorum. Böyle çelişkiler olabiliyor elbette ama çocuklara bunun sadece bir gösteri olduğunu, ‘biz burada buna benzer şeyler yapıyoruz’ demenin bir yolu olduğunu anlatıyorum. Diğer türlü gerçekten gösteri, kendini göstermek, şov, sahneye çıkmak, kostümler giymek, süslenmek gibi bir şeye dönüşüyor.”
Eğitmen daha fazla geriliyor
Şimdiye kadar gösteriye çıkacağı için strese giren öğrencisi olmadığını söyleyen Serenay Oğuz, bunu biraz da yeni nesil çocuklara bağlıyor: “Müsamerelere çok hazırlıklılar. Zaten okullarında defalarca sahneye çıkmışlar. O yüzden böyle bir stres yaşamıyorlar, genelde de eğleniyorlar. Aslında bu gösteri odaklı çalışma süreçlerinde eğitmenler çocuklardan daha çok strese giriyor! Eksikleri, yanlışları çok daha çabuk ve onları sıkacak düzeyde düzeltmeye çalışabiliyoruz. İşte o zaman çocuklar sıkılabiliyor. Böyle zamanlarda onları motive edebilmek adına, gösteriye çıkmanın birine bir şey göstermek değil de kendi yaptıkları şeyin tadını çıkarmak, onunla eğlenmek ve emek verdikleri şeyi ortaya koymak olduğunu anlayabilecekleri bir dilde anlatmaya çalışıyorum.“
Çocuk oynamak ister
Ailelerin çok talepkar ve müdahaleci olabildiğini anlatan Oğuz, “‘Çocuğum neden arka sırada?’ diyen olabiliyor ama aslında çocuklar dans gösterisinde sürekli yer değiştiriyorlar zaten. Ama o kendi çocuğunu korumak kollamak adına ilk gördüğü şeye ikna olabiliyor. Aslında bu tavırlarıyla bilmeden çocuklarına kötülük de yapıyorlar. 4-5 yaşta gösteri odaklı çalışmak çok zor mesela. Çünkü o yaşlar hayal gücünün en üst düzeyde olduğu yaşlar, öyle bir yaş grubuna ‘şunu yapacaksınız, bunu yapacaksınız, bunu da sahneye koyacağız’ demek kolay değil. Oyunlar oynayalım. Onun dünyasına ben dahil olayım ki oradan bir şeyler bulup onu yönlendirebileyim, o yolu gösterebileyim istiyorum ama anne gelip soruyor, ‘Gösteri olmayacak mı sene sonu?’ diye. Hep oyun oynuyoruz diye eleştirebiliyor. Oysa dört yaşındaki çocukla annenin yapması gereken de bu. Oyun oynamak! Bu yaş grubunda sahneye çıkmak bir fobiye de dönüşebilir. Birçoğumuzun sahne korkusunun o yaşlardan geldiğini düşünüyorum.”